23 Kasım 2008 Pazar

Yerli mi yabancı mı?


Dünyanın bir çok yerindeki doğa koruma çalışmalarının en büyük parçalarından birisi, korunmaya çalışılan ekosistemlerin yerlisi olmayan türlerin yayılımının engellenmesi ve mümkünse ekosistemin bu yabancı türlerden ("işgalci türler" de denir) arındırılmasıdır. Bu yabancı türler genelde insanlar tarafından isteyerek (mesela Avustralya'daki koyunlar ve Pasifik adalarındaki domuzlar) ya da istenmeden (gemilerin kargo bölmelerinde seyahat edereke bir çok adaya yayılan fare ve sıçanlar ya da gemilerin balast sularında ya da gövdesine yapışarak denizden denize seyahat eden zebra midyesi gibi deniz canlıları) normalde olmamaları gereken yerlere taşınan canlılar. Bu türlerin bazıları çok yayılıp zarar vermezken bazıları da işgal ettikleri ekosistemleri çökme noktasına getirirç Örneğin domuz ve fare gibi çok şeyi yiyen ve bir çok koşulda hayatta kalabilen türler yerli hayvanları ve bitkileri yok olma noktasına kadar azaltabilirler. O yüzden korumacılar genelde yabancı türleri sevmezler, onları ait olmadıkları ekosistemlerden atmaya çalışırlar.

Ancak bu hafta Science'da çıkan kısa bir makale, belki de süpriz sayılabilecek bir zorluğa dikkat çekiyor. Doğa koruması açısından önemli bir çok alanda yabancı türlerin insanlar tarafından ekosisteme getirilmeleri o ekosistemlerin bilimsel olarak incelenmeye başlamasından çok daha önce başlamış. Dolayısıyla bir çok ekosistemde ne gerçekten yerli ne değil kesin bilmiyoruz, tahmin etmek zorundayız. Bunu yapmanın bir çok yolu var, sözkonusu olan türlerin başka yerlerdeki dağılımı, yaşam öyküsü (yani ne kadar hızlı geliştiği, ne zaman ürediği, vs.), adadaki diğer türlerle ilişkisi gibi bilgilerden bir tahmin elde etmek mümkün. Ancak yine de böyle tahminler yüzde yüz doğru çıkmıyor. Science'da yayınlanan makale de buna bir örnek: İsviçre'deki Bern ve İngiltere'deki Oxford Üniversiteleri'nden van Leeuwen ve arkadaşlarının Galapagos adalarındaki araştırmaları botanikçilerin daha önceden yabancı tür olduğunu düşündüğü altı bitki türünün adada insanlardan çok daha önce varolduğunu gösteriyor.

van Leeuwen ve meslektaşları, takımadaların en büyüklerinden birisi olan Santa Cruz adasındaki 4 bataklıktan örnek toplamışlar ve bu örneklerdeki fosil polenleri incelemişler. Bildiğiniz gibi polenler bitkilerin tozlaşmasını sağlayan (yani erkek eşey hücresini dişi eşey hücresine ulaştıran) toz parçacığı büyüklüğünde nesneler. Her türün poleninin mikroskop altında ayırdedilebilen kendine özgü bir yapısı olduğundan bir polen örneğinde hangi türlerin temsil edildiğini anlamak mümkün. Polenlerin bu araştırmayı mümkün kalan bir özelliği de göl ve bataklık tabanlarında uzun süre bozulmadan kalabilmeleri. Dolayısıyla bir bataklık tabanından dikey bir örnek alıp katmanları radyometrik yöntemlerle tarihlendirmek ve hangi tarihte hangi türlerin polenlerinin olduğunu bulmak mümkün. van Leeuwen ve meslektaşları da bu yöntemi izleyerek bu altı türün insanların Galapagos'a ulaşmasından binlerce yıl önce adada varolduğunu göstermişler.

Bu sonuç iki açıdan önemli: birincisi fosil polen analizinin koruma çalışmalarında önemini gösteriyor. İkincisi de neyin yerli neyin yabancı tür olduğunu anlamanın zorluğna işaret ediyor. Koruma çevrelerinde yabancı türlere yaklaşım geleneksel olarak bunlarla savaşmak ve ait olmadıkları yerlerden bunları atmak mantığına dayalı. Son zamanlarda bu yaklaşımın yabancı türler sorununu çözmenin en iyi yolu olup olmadığı tartışılmaya başlandı. Bu sonuçlar da sanırım bu tartışmaya katkıda bulunacaktır.

Konuyla ilgili ingilizce ufak bir haber metnini burada bulabilirsiniz. Fotoğrafın konuyla doğrudan alakası yok -- bahsi geçen Santa Cruz Adası'dan, Galapagos'a endemik deniz iguanası.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder