12 Şubat 2009 Perşembe

Darwin, Newton, Leibnitz

Muspetilimlerde Darwin yili yazilarini okumak guzel oluyor. Bu yazdigimi Erol'un son yazisina yorum olarak yazacaktim, ama "Origin of Species"den alintilar yapacagim, en iyisi ayri bir post yaratmak olacak. Bu arada, ben de cok yakinda, Darwin'in mercan resifleri hakkindaki teorilerini anlatan bir yazi kaleme alacagim (hem de kirk kisim tekmili birden). Zira daha gecen hafta ogrendim ki Darwin'in bu konu ile ilgili bir kitabi varmis ve harika seyler soyluyor bu kitapta (Structure and Distribution of Coral Reefs, 1889). Zaten Darwin'in dinle bir problemi olmadigi (yani dini yanlislamak/dogrulama cabasi yok) bu diger alanlardaki (evrim disindaki) calismalarindan/yazilarindan da anlasilabiliyor. Adamin derdi dogayi anlamak ve ilgi alani sadece turlerin kokeni ile sinirli degil. Zaten tek ilgi alani olsaydi bugun onu konusuyor olmazdik.

Bu din konusuyla ilgili olarak, Darwin "Origin of Species"de konuya girme ihtiyacini hissediyor - hem de meshur Leibniz-Newton cekismesini ornek vererek. Soyle diyor Darwin baba (Conclusion, 637-638):

"...It is no valid objection that science as yet throws no light on the far higher problem of the essence or origin of life. Who can explain what is the essence of the attraction of gravity? No one now objects to following out the results consequent on this unknown element of attraction; notwithstanding that Leibnitz formerly accused Newton of introducing "occult qualities and miracles into philosophy."
I see no reason why the views given in this volume should shock the religious feelings of anyone. It is satisfactory, as showing how transient such impressions are, to remember that the greatest discovery ever made by man, namely, the law of the attraction of gravity, was also attacked by Leibnitz "as subversive of natural, and inferentially of revelaed, religion."

Kitabin son satirlarinda yine Newton'un teorisine atif var:
".. There is grandeur in this view of life, with its several powers, having been originally breathed by the Creator into a few forms or into one; and that, whilst this planet has gone cycling on according to the fixed law of gravity, from so simple a beginning endless forms most beautiful and most wonderful have been, and are being evolved"

Darwin, israrla kendi teorisinin, tipki yercekimi teorisi gibi, fundamental bir prosesi aciklamakta oldugunu, onun kadar "gercek" oldugunu ve gunun birinde tamamiyle yerlesecegini soyluyor... Ne kadar da hakli cikmis! Leibniz'in "occult qualities and miracles" dedigi sey ise modern bilimsel teorilerde bulunan, Imre Lakatos'un pek guzel tarif ettigi "metaphysical hardcore of theories" denilen sey olmali. Leibniz'in elestirisi bu bakima bir bilim felsefesi elestirisi gibi gorunuyor, ote yandan Newton hicbir zaman Darwin'in ugradigi kulturel saldiriya ugramadi saniyorum. Halbuki Darwin din/yaratici konusunda kendi pozisyonunu ozellikle baseserinin sonuc kisminda cok net ortaya koymus.

Bu Darwin-Newton baglantisini bilim felsefesi boyutunda inceleyen bildiginiz calismalar varsa lutfen bendenizi haberdar ediniz, ogrenelim... Sanki Darwin Newton'u kiskaniyor gibi hafiften...

Herkese mutlu bir Darwin yili diliyorun

Mustafa

11 Şubat 2009 Çarşamba

Olivia Judson'dan Darwin için geliyor...

Bir süredir NYT'daki köşesini Aaron Hirsch'e devretmiş olan Olivia Judson, Darwin günü için geri dönmüş. Darwin'in kendisi hakkındaki yazısı burada.

İyi ki doğdun Darwin!

Radikal'e gönderdiğim Darwin Günü yazısı, bakalım yayınlayacaklar mı?

(Aynı zamanda Biyolokum'un ve Uygar Polat'ın yazılarını da tavsiye ederim.)

İyi ki doğdun Darwin!

12 Şubat 2009, evrim kuramının kurucusu Charles Darwin’in 200. doğumgünü. Aynı zamanda 2009, Darwin’in başeseri Türlerin Kökeni kitabını yayınlanmasının da 150. yıldönümü. Bu vesileyle, dünyanın dört bir yanındaki evrimciler, Darwin ve mirasını kutlayan ve bunları daha geniş bir kitleye ulaştırmaya çalışan etkinlikler düzenleyecekler. Türkiye’de de Darwin’i ve evrim kuramını daha geniş kitlelere ulaştırmaya çalışan giderek büyüyen ve görünürlüğü artan bir kitle boş durmuyor. Bu sene yapılacak etkinliklerden öne çıkan bir tanesi, uluslararası katılımla Mayıs ayında İstanbul’da gerçekleştirilecek olan II. Evrim, Bilim ve Eğitim Sempozyumu (http://www.evrimsempozyumu.org/).

Ancak çoğu gelişmiş ülkedeki akranlarından farklı olarak, Türkiye’deki evrimciler birbiriyle çelişen, biri bilimsel, biri de toplumsal iki olguyu bağdaştırmaya çalışmak zorundalar. Birinci olgu, evrimin kendisi. Biyolojik evrimi, yani türlerin ortak atadan türedikleri ve doğal seçilim yoluyla çevrelerine uyum sağladıkları önermesini destekleyen kanıtlar sayılamayacak kadar çok. Evrim, Dünya’nın güneşin etrafında dönmesi gibi, bir gerçek. Darwin’in başlattığı, evrim olgusunu açıklayan kuram da herzamankinden daha canlı ve bilim tarihinin en sağlam kuramlarından biri olmaya devam ediyor. Rus asıllı Amerikalı biyolog Theodosius Dobzhansky’nin ünlü “Evrimin ışığı altında bakmadan biyolojide hiç bir şeyi anlamak mümkün değildir” sözü, ilk söylendiğinden beri doğruluğundan bir şey kaybetmedi. Tam tersine, evrimsel düşünce hergün yeni alanlara uygulanıyor. Öyle ki, artık “Evrimsel uygulamalar” adında, evrimi uygulamalı bir bilim olarak kabul eden ve tıptan doğa korumaya kadar bir çok alanda uygulamalarını yayınlayan bir bilimsel dergi bile var. Üstelik, evrimsel düşüncenin etkisi yalnızca biyolojiyle de sınırlı değil. Yaygın bir örnek olarak, biyolojik evrimden esinlenerek tasarlanan “genetik algoritmalar” mühendislikte kendine pek çok uygulama alanı buldu.

Bilimsel olarak geçerliliği kanıtlanmış evrim olgusu ile çelişen toplumsal olgu ise, Türkiye’de Darwin ve evrim kuramının geniş kitleler tarafından kabul edilmiyor olması. 2006’da yapılan bir araştırmaya göre evrimi kabul etmeyenlerin en çok olduğu Avrupa ülkesi Türkiye . Başka bir çalışmaya göre, Türkiye’nin yarısından çoğu evrim kuramının doğru olmasının mümkün bile olmadığını düşünüyor . İnternet forumları, Facebook grupları gibi ortamlarda evrim tartışması ateşli bir biçimde (genelde çoğu yaratılışçı olan katılımcılara karşı bir avuç evrim yanlısının çabasıyla) sürüyor. Bu tartışmalarda Darwin’e yapılan kişisel hakaretlere rastlamak bile pek sıradışı değil.

Bu iki olguyu birbiriyle nasıl bağdaştırabiliriz? Eğer evrimin gerçekliği bu kadar açık olarak kanıtlanmış ise neden Türkiye’de bunca insan doğruluğunu kabul etmiyor?

Bu sorunun iki yanıtı var: birincisi evrim hakkındaki bilgi eksikliği ve yanlış bilgilendirme. 1970’lerden itibaren ortaokul ve liselerimizde evrim konusunda giderek daha az şey söyleniyor, daha da kötüsü dini temellere dayalı bir yaratılışçılık görüşü fen bilimleri ve biyoloji kitaplarında ve derslerinde yer buluyor . Evrim kuramını anlatması gereken bir çok biyoloji öğretmeni bile evrimi doğru bulmadıklarını söylüyorlar . En son onaylanan ilköğretim fen bilgisi kitabında yaratılışçılık yer almasa da, evrim ve doğal seçilim konuları anlaşılması zor ve ikna edicilikten uzak bir biçimde anlatılıyor. Hal böyle olunca evrimi “insanın maymundan gelmesi,” ya da “bütün canlıların rastlantısal olarak bir anda meydana geldiği” gibi yanlış biçimlerde tanımlayan çok. Halbuki evrimi destekleyen veriler ve evrim kuramının yapısı çok açık ve net anlatılabilecek, anlaşılabilecek şeyler. Burdaki bir teselli, gönüllü gruplar sayesinde İnternet'te bu konuda giderek daha fazla Türkçe kaynak bulmanın mümkün olması. Özellikle http://evrimianlamak.org sitesini okurlara tavsiye ederim.

Evrimin az kabul görmesinin ikinci sebebi de birincisiyle bağlantılı: toplumumuzda yaygın olan bir kanı, evrim kuramının dinle, özellikle de İslam’la bağdaşmadığı yolunda. Bu iddianın temelinde evrime inanmanın materyalizm felsefesine, yani maddeden başka bir şeyin varolamayacağı iddiasına inanmayı gerektirdiği düşüncesi var. Hatta bir çok yazar ve din adamı, Darwin’in, Karl Marx ve Sigmund Freud ile birlikte materyalizmi yaymaya çalışan bir kumpasın parçası olduğunu kendinen menkul bir gerçekmiş gibi tekrarlayıp duruyor. Bunlar, Darwin gibi hayatının çoğunu İngiltere’de Kent’teki evinden ayrılmadan, kendi halinde araştırmalarını yürütüp kitaplarını yazarak geçirmiş bir bilimadamı için büyük iddialar. Ama yine de sormaya değer: evrimi kabul etmek gerçekten materyalizmi de kabul etmeyi gerektiriyor mu?

Bu sorunun yanıtı hayır, gerektirmiyor. Burada bilimsel yöntemin maddeye dayalı olması ile bir felsefi tutum olarak materyalizmi birbirinden iyi ayırdetmek gerek. Bir felsefe olarak materyalizm gerçekten elle tutulur, gözle görülür maddeden başkasının varlığını yadsır. Dolayısıyla felsefi materyalizmi kabul ederseniz Tanrı kavramını dışlamış olursunuz. Ancak evrimi kabul etmek böyle bir felsefi tutum takınmayı gerektirmiyor. Tek gereken bilimsel yöntemi benimsemeniz, o da gözlemlediğimiz bir olayı elle tutulur, gözle görülür süreçlerle açıklamaya çalışmak anlamına geliyor. Bilimsel yöntemin maddeye dayanması, doğayı anlamak için kullanılan bir yöntemi yansıtıyor, neyin gerçek olup neyin olmadığı konusunda bir iddiayı değil. Bir benzetme kullanırsak, nasıl bir doktor hastasının sorununu anlamak için elle tutulamayacak, cinler ya da periler gibi açıklamalara rağbet etmiyorsa, evrim bilimi de türlerin kökenini anlamak için doğaüstü bir açıklamaya başvurmuyor. Başvurmasına da gerek yok doğrusu, çünkü türlerin kökenini bilimsel yöntemle açıklamada son derece başarılı.

Ancak bu demek değil ki evrim doğaüstü bir yaratıcının olmadığını varsayıyor ya da kanıtlıyor. Tam tersine, evrim konusunda bildiklerimizi Tanrı’nın canlıları nasıl yarattığının bilgisi olarak kabul edenler ve evrim sürecinde milyarlarca yıl devam eden bir yaratılış olayını görenlerin sayısı hiç de az değil. Günümüzde birçok farklı dinden evrimsel biyolog hem mesleğini icra edip hem de inancını yaşıyor. Galileo’yu neredeyse yakacak olan Katolik kilisesi bile evrim kuramının türlerin kökeninin en iyi açıklaması olduğunu kabul ediyor. Papa hakkında birçok sey söyleyebilirsiniz, ama materyalist ve inançsız olmakla suçlayabileceğinizi düşünmüyorum. Dolayısıyla hem evrimi kabul edip hem de inançlı olmak mümkün.

Sonuç olarak evrim kuramının dini zayıflatmaya ve çökertmeye yönelik materyalist bir kumpas olduğu görüşü gerçeklere dayanmıyor. Evrim, materyalist felsefenin ürünü bir propaganda aleti değil, tıpkı yerçekimi ya da elektrik gibi gözlemlenebilen, tutarlı bir kuramla açıklanabilen ve hatta topluma fayda yaratmak için kullanılabilen bir olgu. Bunu inkar etmenin, geceye gündüz demekten farkı yok.

O yüzden gelin Darwin’in 200. doğumgününde evrim hakkında daha çok şey öğrenelim ve öğrendiklerimizi açık fikirle değerlendirelim. Darwin de bundan başka bir şey istemezdi herhalde.

10 Şubat 2009 Salı

Irka (ve etnik kökene) dayalı arama metodları

Müspet İlimler Kumpanyası olarak amacımız bütün bilim dallarını "adil ve dengeli" olarak kapsayan haberleri size ulaştırmak. O yüzden ne kadar canımız istemese de (!) evrimsel biyolojiden başka şeylerden de bahsedelim dedik. Bugünkü makalemiz, PNAS'den, istatistik ve siyaset biliminin (bir nevi) kesişiminde: ırka dayalı arama metodlarının tehlikeli insanları (mesela teröristler) yakalamada etkin olup olmadığını inceleyen bir araştırma.

Irka dayalı arama, örneğin havaalanlarında bavullar kontrol edilirken bazı etnik grupların diğerlerinden daha yüksek olasılıkla, ya da daha dikkatli aranması demek. Bu politik ve etik olarak oldukça çetrefilli bir konu. Bir yandan eğer teröristleri yakalama olasılığınızı artırıyorsa bu herkesin çıkarına olacak bir şey, ama öte yandan masum insanları töhmet altında bırakmak, gereksiz yere eziyet çektirmek gibi problemleri var. Bu makale ise, politik ve etik sorunlara hiç girmeden çok basit bir soru soruyor: bu tip bir arama stratejisinin gerçekten aradığınız teröristi yakalamanın en etkin yolu mu? Makalenin yazarı Texas Üniversitesi ve Los Alamos Laboratuarından William Press, yalnızca temel olasılık hesabı ve optimizasyon teorisi kullanarak çok ilginç sonuçlara ulaşıyor. Birinci sonuç, insanları aradığınız kişi olma ihtimallerine doğru orantılı bir olasılıkla durdurup arama yönteminin herkesi rastgele durdurma yönteminden daha verimli olmadığı yönünde. Yani, örneğin İrlanda kökenli birisinin aradığınız kişi olma olasılığı, atıyorum, Danimarka kökenli birisinden iki kat fazlaysa, İrlandalıları arama olasılığınızı İzlandalıları arama olasılığınızın iki katına çıkarmak bir şey kazandırmıyor -- istediğiniz kişiyi bulma süreniz ortalamada aynı. Bunun sebebi, doğru orantılı arama stratejisinde aslında masum olan ama yüksek risk grubuna dahil olan (bu örnekte İrlandalılar) bir çok insanı aramakla vakit kaybediyor olmanız.

Peki en verimli arama stratejisi ne? Bu sorunun yanıtı, insanları aradığınız kişi olma ihtimallerinin kare köküyle doğru orantılı bir olasılıkla aramak, yani eğer İrlandalıların aradığınız kişi olma olasılığı Danimarkalılardan dört kat fazla ise onları arama olasılığınız iki katına çıkmalı. Bu doğru orantılı arama stratejisine göre çok daha geniş bir dağılım yaratıyor.

Son olarak, Press'in başka bir sonucu da eğer aradığınız kişiyi durdursanız bile elinizden kaçırma ihtimaliniz varsa (örneğin bavulundaki silahı gözden kaçırırsanız), despotik arama yöntemlerinin (herkesi numaralayıp teker teker aramak) daha demokratik yöntemlere (yani insanları değişik olasılıklara göre, ama yine de rastgele seçmek) göre avantajı azalıyor.

Yazarın da belirttiği gibi bu konu basit bir olasılık hesabından çok daha karmaşık, etik, politik ve sosyal soruları içeriyor. Yine de sadece matematiğe dayalı olarak, ideal durumda bu stratejinin çalışıp çalışmadığını bilmek faydalı. Press'in sonuçları gösteriyor ki ırka dayalı aramanın zayıf bir şekli istediğiniz kişiyi bulmada avantaj sağlasa da güçlü bir ırka dayalı profil çıkarma stratejisi yararlı değil.

Makalenin tam metnine buradan ulaşabilirsiniz.

8 Şubat 2009 Pazar

Darwin'in gölgesindeki adam: Wallace

Evet sevgili okuyucular, Müspet İlimler Kumpanyası Darwin'in doğum haftasını kutlamak için tam zamanında blogosfere dönmüş bulunuyor. Verdiğimiz uzun aradan dolayı özür dilemek gerek; akademik yaşam dikkat etmezseniz sürükleyiveriyor.
Bu hafta ve sonrasında Darwin'den istemediğiniz kadar bahsedeceğimizden, bahisi evrim kuramının diğer kurucusundan, Alfred Russel Wallace'dan açalım dedik. Hikayeyi biliyor olabilirsiniz: 1858 senesinde Darwin doğal seçilim yoluyla evrim fikrini bulalı bir hayli olmuştu, ancak böylesine iddiaki bir kuramı yeteri kadar kanıt olmadan yayınlamak istemediği için bulabileceği bütün kanıtları ve argümanları bir araya toplayıp birkaç ciltlik bir eser yazmayı tasarlıyordu. Kuramını ve taslak manuskiptleri birkaç arkadaşıyla paylaşmış, ama yayınlamak için hehangi bir hazırlık içine girmemişti. İşte bu esnada, bugünkü Endonezya'da örnek toplamakta olan profesyonel doğa tarihçisi Alfred Russel Wallace'dan gelen bir mektup bütün bu planları suya düşürür: zira Wallace, neredeyse kelimesi kelimesine Darwin'in geliştirdiği kuramın aynısını bulmuştur. Darwin'in bu mektuba ilk tepki olarak planı, Wallace'ın kendinden rica ettiği gibi, makaleyi yayınlamak ve bütün krediyi Wallace'ın almasını kabullenmekti. (Darwin bugün yaşasaydı bilim camiasında kolay kazık yiyebilirdi gibime geliyor.) Ancak Darwin'in senelerdir bu kuram üzerine çalıştığını bilen arkadaşları Charles Lyell ve Joseph Hooker, kendisini Wallace'ın makalesi ile aynı zamanda sunmaya ikna ediyorlar, ve 1858 yılının Temmuz ayında, Linnean Society'de, Wallace ve Darwin'in doğal seçilim teorisi bilim dünyasına sunuluyor. (Burada yaygın olarak bilinen ama yine de ironisinden bir şey kaybetmeyen bir dipnot verelim: Linnean Society başkanı Thomas Bell bütün işaretleri kaçırıp 1858 yılı sonunda o yıl büyük bir bilimsel ilerlemenin yaşanmadığını not düşmüştü.) Bu makalelerin okunduğu toplantı hakkındaki bir belgeye bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.

Bu hikaye evrimle ilgilenen birçok kişi tarafından iyi bilinir. Bununla ilgili daha az bilinen bir şey ise (en azından benim haberim yoktu), etrafta bazı komplo teorisyenlerinin Darwin'in aslında Wallace'ın mektubunu daha önceden aldığı, ama onun fikrini çalıp kendi makalesini hazırlamak için daha geç almış gibi davrandığını iddia ediyor olmaları. Michael Shermer'in bu iddiayı ele alıp neden gerçekçi olmadığını anlattığı yazısına şuradan ulaşabilirsiniz. Kısaca, Darwin'in doğal seçilim kuramını Wallace'ın mektubundan çok daha önce kağıda geçirdiğini biliyoruz. Zaten Darwin'in Linnean Society'e sunduğu iki makaleden biri, Amerikalı Biyolog Asa Gray'e 1857 yılında yazdığı bir mektubun bir özeti idi. Darwin'in bahsettiği fikirleri 1858'den önce kağıda geçirdiğinin kanıtları oldukça sağlam.

Her halikarda, Wallace, yaşamı boyunca Darwin'in evrim kuramının kurucusu olarak önceliğinden hiç şüphe duymadı. 1889'da evrim üzerine yazdığı ana eserin ismini Darwinizm koyması da bunun göstergesi. Bu olaylar olurken Wallace 35 yaşında ve geçimini profesyonel olarak örnek toplayarak sağlayan bir doğa tarihçisi idi. Ancak, kısmen bu buluşunun etkisiyle, ama esas Malay Takımadalarındaki çalışmaları ve biocoğrafyaya katkısı nedeniyle ilerleyen yıllarda Wallace'ın kendisi ünlü bir bilim adamı oldu. Dolayısıyla, evrim kuramının esas babası Darwin olsa da, Wallace da hem Darwin olmasaydı da bize doğal seçilimi verecek kişi, hem de kendi adına büyük bilimsel başarılara imza atmış bir doğa bilimci olarak saygıyı hakediyor.

Bu konuyla ilgiliyseniz, Alfred Russel Wallace hakkında oldukça yüklü bilgi içeren bir sayfaya buradan ulaşabilirsiniz. Wallace'ın doğal seçilim fikrine nasıl ulaştığının kendi ağzından hikayesi de burada. Burada da görülüyor ki Wallace, 80 yaşında bile, hiç de bu konuda hakkının yenildiğini düşünmüyor.