13 Temmuz 2012 Cuma

10 soruda Higgs Bozonu

Higgs Bozonu ile ilgili merak edip soramadığınız her sorunun cevabını MüspetİlimlerKumpanya'sından Dr. Can Kozçaz'ın ağzından aşağıda bulabilirsiniz. Dr. Can Kozçaz doktorasını 2009 yılında University of Washington'da tamamladıktan beri CERN'de teorik fizik konusunda araştırmalarına devam etmekte.


Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi, CERN, 4 Temmuz günü yeni bir parçacık keşfettiğini açıklayan bir basın toplantısı yaptı. Buna benzer bir toplantıyı geçtiğimiz yıl 13 Aralık tarihinde de yapmıştı, iki açıklama arasındaki fark nedir?

İki açıklama arasındaki farkı anlamak için CERN’de yapılan deneylerde nasıl yeni fizik modellerinin arandığı anlamamız gerekiyor. Deneylerde gözlemlenen çarpışmaların hemen hemen hepsi, zaten bugün bildiğimiz fizik süreçlerinden kaynaklanıyor. Aradığımız yeni fizik süreçleri çok nadir gerçekleşiyor. Bu yüzden istatistiği arttırmak gerekiyor.  13 Aralık tarihinde yapılan ilk açıklamada, 2011 yılında toplanan verilerin ön inceleme sonucu çıkan yeni bir parçacığa dair ip uçları duyurulmuştu, bir buluş yapıldı demek için yeteri kadar istatistik yani veri yoktu. Son yapılan açıklamada ise yeni bir parçacık bulunduğuna emin olmamızı sağlayacak kadar çok veri incelenerek yeni bir parçacığın bulunduğu açıklandı.

İstatistik nasıl sonuçları etkiliyor?

Basit bir örnek üzerinden düşünebiliriz: Diyelim ki elimizde bir zar var ve bu zarın hileli mi yoksa hilesiz mi olduğunu anlamak istiyoruz. Bunu anlamak için, zarı birçok kere atıp, gelen sayıları bir yere kaydedebiliriz. Birçok denemeden sonra eğer gelen sayılarda düzgün bir dağılım varsa, zarın hilesiz olduğuna güvenimiz artar. Ama bunun tersi ile karşılaştığımızı, arka arkaya aynı sayının geldiğini düşünelim. Zar gerçekten hileli diyebilir miyiz? Yoksa şans eseri mi aynı sayı üst üste geldi? Karar vermek için zar atmaya devam eder, bu sayıların hangi düzende gelmeye devam ettiğini anlamaya çalışırız. İşte 13 Aralık ile 4 Temmuz arasında yapılan da bunun bir benzeriydi, daha yüksek enerjide daha çok çarpışma kaydedilip, analiz edildi. Geçen sene görülmeye başlanan sinyalin şans eseri değil, gerçekten yeni bir parçacığın varlığını işaret ettiği anlaşıldı.

Bulunan yeni parçacık nedir? Higgs bozonu mu?

Bilim insanları genel olarak emin olmadan buluşlarını duyurmazlar. CERN’deki ATLAS ve CMS deneyleri de bundan farklı bir yaklaşım sergilemedi. Emin oldukları ve açıkladıkları, bilinen fizik süreçlerinin üretebileceğinden daha fazla parçacık üretimi gözlemledikleri ve bunun istatistiksel bir dalgalanma olmadığıdır. Ölçülen değerler, Higgs bozonunun varlığını öngören en basit modelle uyum içinde gözüküyor ve Higgs bozonu olduğu ile ilgili çok güçlü kanıtlar veriyor. Kesin olarak “Görülen Higgs bozonudur” demek için gene de daha çok veriye ihtiyaç var. Yapılan açıklamalara göre üç ile dört yıl daha beklememiz gerekiyor.


Higgs bozonunu algıçlar nasıl algılıyorlar?

Parçacık fiziğinde kullanılan temel prensip Albert Einstein’ın ünlü E=mc2 denklemine dayanıyor. Büyük Hadron Çarpıştırıcısı, proton demetlerini yüksek enerjilere çıkartıyor. Bu demetleri, üzerindeki algıçların aradıkları fiziğe ve tasarımlarına göre belirli noktalarında saniyede 600 milyon gibi yüksek sayılarda çarpıştırıyor. Bu çarpışmalarda Einstein’ın denklemine göre enerji maddeye dönüşüyor, yani yeni parçacıklara. Algıçlar ise bu parçacıkları özelliklerini ölçerek, buradan yeni fizik süreçlerini anlamaya çalışıyorlar. Higgs bozonu çok kısa ömürlü bir parçacık olduğu için, oluştuğu anda farklı süreçler üzerinden son ürün olarak daha önceden bildiğimiz elektron, foton gibi parçacıklara bozunuyor. Son ürünlerin ne olduğuna göre, farklı bozunma kanalları tanımlanıyor. Değişik kanallar algıçların farklı sistemlerinde iz bırakıyorlar. Bu aynı zamanda, Higgs bozonunun bozunma kanalları aynı algıç içinde bile farklı teknolojiler, yazılımlar ve çözümleme yöntemleri ile inceleniyor demektir. Yapılan ölçümlerin doğruluğu acısından önemli bağımsız ölçümler bir kriterdir. İncelemelerin izlediği yol, Higgs bozonun bozunma kanallarında, önceden bilinen süreçlerin o kanallara yaptığı katkıyı çıkartıp, yeni süreçlerden ya da yeni parçacıklardan gelen bir fazlalık var mı onu anlamaya çalışmaktır.

Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’nın bulduğu ilk parçacık mı?

Deneyler daha önce ağır kuarklar içeren başka yeni parçacıklar gözlemlediler ve bu buluşların da çok önemli olduklarını söylemeye gerek yok. Buna rağmen, bu yeni parçacıkları kıskandıracak ilginin Higgs bozonu adayının üzerinde olmasının sebebi, Higgs bozonun elimizdeki modelin yapı taşlarından biri olması. Daha da önemlisi şimdiye kadar yaptığımız deneylerin sonuçları ile uyum içinde olan modelin öngörülen ve daha gözlemlenmemiş son parçacığı olması. Umuyorum gözlemlediğimiz son parçacık olmaz.

Bu model nedir? Ne işe yarar?

Etrafımızda gördüğümüz madde olsun, gezegenler veya yıldızlar olsun, biliyoruz ki hepsi atomlardan oluşuyorlar. Atom kavramı, Demokritos tarafından milattan önce 5. yüzyılda tarafından ortaya atılan daha fazla parçalanamaz anlamına gelen eski Yunanca átomos kelimesinden geliyor. Atomların, maddenin temel yapı taşı olduğu düşünülüyordu. Bugün bunun yanlış olduğunu, aslında atomun proton ve nötrondan oluşan bir çekirdekten ve onun etrafında dönen bir elektrondan oluştuğunu biliyoruz. Hızlandırıcı teknolojilerindeki gelişmeler sayesinde, proton ve nötronlar ile yapılan deneylerde, bunların da iç yapıları olduğu anlaşıldı. Proton ve nötronların, kuark denen temel yapı taşlarından ve bunların etkileşip bir arada durmasını sağlayan gluonlardan oluştuğu deneysel olarak gösterildi. Kuantum renk dinamiği denen model ile gözlemler kuramsal olarak açıklandı. Nötronların ve radyoaktif atomların bozunmasını açıklamak üzere zayıf çekirdek kuvvetini açıklayan zayıf etkileşim kuramı ortaya atıldı. Bu kuram gluonlar dışında kuarklarla etkileşen W ve Z adı verilen başka parçacıkları öngördü. Bu parçacıklar CERN’de gerçekleştirilen UA1 ve UA2 deneylerin de gözlemlendiler. W ve Z parçacıklarının, aynı zamanda elektronlarla ve onların neredeyse kütlesiz ‘kardeşi’ olan nötrinolarla da etkileştiği deneysel olarak ispatlandı. Zayıf etkileşim, elektromanyetizma ile birleştirilerek elektrozayıf kuramı ortaya atıldı. Elekrozayıf kuramı ve kuantum renk dinamiği şimdiye kadar yapılan deneyleri açıklamada sonra derece başarılı olan Standart Model adı verilen model altında birleştirildi. Bu model gözlemlediğimiz yüzlerce parçacığı ve bunların etkileşmelerini, altı tane kuark, altı tane lepton adı verilen elektronun da içinde bulunduğu temel parçacık ve aralarındaki etkileşmeleri sağlayan taşıyıcı 4 parçacıklardan oluşur. En basit halinde, bütün parçacıkların kütlesiz olmaları gerekmektedir. Bu önermenin yanlış olduğu ölçülebilen elektron kütlesinden bellidir. Temel parçacıkların kütlesi olmasını sağlayan, üç grup tarafından birbirinden bağımsız olarak ortaya atılan mekanizma, Higgs bozonu diye adlandırılan parçacığı öngörür. Yani bu model temel parçacıkların kütlelerini açıklamaya yarar.

Higgs bozonu maddeye kütlesini veriyor diyebilir miyiz?

Maddeye kütle vermekle, temel parçacıklara kütle vermek arasında ince bir fark var. Higgs mekanizması, kuark, elektron ya da W ve Z bozonu gibi temel parçacıkların kütlelerinden sorumludur. Oysa bir protonu düşünürsek, içindeki kuarkların toplam kütlesi ölçülen proton kütlesinden çok daha küçüktür, yaklaşık yüzde biri kadar. O zaman bu fark nereden geliyor? Bu sorunun cevabı kuantum renk dinamiğidir. Aynı mekanizma nötron içinde geçerlidir. Elektron kütlesinin, proton ve nötron kütlelerinin yaklaşık iki binde biri olduğunu düşünürsek, Higgs mekanizmasının bir atom kütlesine katkısı yaklaşık yüzde bir kadardır. Asıl ilginç olan, Higgs mekanizmasının elektronlara kütle vermemesi olurdu. Atom çekirdeği, aşağı yukarı aynı kütlesine sahip olsa da, elektronların kütlesi olmayacağı için çekirdek etrafında bulunamazlardı. Atom ve moleküller oluşmayacağı için evren çok farklı olurdu.

Higgs bozonu nedir?

Higgs bozonunu anlamak için daha iyi bilinen bir etkileşmeyi yakından anlayıp karşılaştırabiliriz. İki tane aynı elektrik yükü taşıyan parçacığın birbirlerini ittiklerini biliyoruz. Günümüzdeki anlayışa göre parçacıklar arasındaki etkileşmeler yerel olmak zorundadır. Diğer bir deyişle aralarında bir uzaklık olan iki parçacık birbirlerini doğrudan etkileyemezler. Etkileşim olması için, taşıyıcı parçacıkları, yani fotonları, birbirleri arasında değiş tokuşu etmeleri gerekir. Buna benzer bir şekilde elektrik alanı içinde bulunan yüklü bir parçacık, alanla foton değiş tokuşu üzerinden etkileşir. Higgs mekanizmasını bu örnekteki elektrik alanı ve Higgs bozonunu da foton gibi düşünebiliriz. Higgs alanı bütün evrene yayılmış bir alan olup, temel parçacıklarla bu alanın dalgalanması olan Higgs bozonu değiş tokuşu sayesinde etkileşir. Temel parçacıkların kütlesi bu alanın ortalama değeri tarafından belirlenir. Deneylerde de gözlemlenen Higgs bozonunun farklı parçacık çiftlerine bozunmaları, Higgs alanının bu farklı temel parçacıklarla etkileşmeleri sonucudur.

Higgs bozonunun keşfi günlük yaşamı nasıl etkileyecek?

Bilim, doğayı anlamak için, insanın içgüdüsel merakının sonucu olarak yapılır. İnsanlığın, bunu kabullenmesi ve desteklemesi lazım. Örneğin, Einstein genel görelilik kuramını yazarken, yerçekimini anlamak hedefiyle çalışmıştı. Ortaya koyduğu yeni kavramlar, bugün GPS’nin çalışmasında temel oluşturuyorsa da, Einstein’ın amacı GPS değildi. Higgs bozonu ve yeni fizik arayışları, doğayı en temel seviyede anlama arzumuzdan kaynaklanıyor. Bu arayışlar sırasında geliştirilen teknolojiler birçok alanda yaşamamıza girmiş durumda.

Bundan sonra ne olacak?

Büyük Hadron Çarpıştırıcısı üzerindeki deneylerin tek amaçları Higgs bozonunu bulmak değil. Standart Model her ne kadar yaptığımız deneyler ile uyum içinde olsa da, yerçekimini içermiyor. Bunun dışında, biliyoruz ki evrenin sadece yüzde dört gibi küçük bir kısmı bildiğimiz maddeden oluşuyor. Geri kalanı, madde ile baskın olarak yerçekiminden etkilenen karanlık maddeden ve evrenin genişleme hızının artmasından sorumlu olan karanlık enerjiden oluşmaktadır. Standart Model’in şu an için
bu konularda da kesin bir çözümü  yok. Standart Model’in, kuramsal olarak fizikçilere doğal gelmeyen özelliklerini anlamak için ortaya atılmış farklı öneriler var. Bütün bu sebeplerden dolayı, Standart Model’in son kuram olmadığını biliyoruz. Bulunan yeni parçacığın Higgs bozonu olup olmadığı anlaşılmaya çalışılırken, Standart Model’i geliştirmek ve tamamlamak için veri toplamaya devam edeceğiz. Ortaya attığımız kuramlardan bazıları doğru çıkabileceği gibi, belki hiç tahmin etmediğimiz yepyeni etkileşimler veya parçacıklar bulacağız. Bu arayış en az 10-15 yıl daha devam edecek. Unutmamamız gereken doğanın bu konuda son sözü söyleyecek olması. Çok büyük ihtimal, başka 4 Temmuzlar bizi bekliyor.
         

17 Ocak 2012 Salı

Bilim, füzeler ve milli beraberlik

Geçtiğimiz sene, ülkemizin bilimi desteklemekle görevli ana kurumlarından birisi olan TÜBİTAK'ta görev değişimi oldu. Sekiz senedir başkanlık (önce başkan vekilliği) yapmış olan Nükhet Yetiş yeniden görevlendirilmeyip yerine o sırada TOBB üniversitesi rektörü olan Yücel Altunbaşak getirildi. Benim ilk tepkim, en azından sonunda gerçek bir araştırma kariyeri olan (mesela kendisine yapılan atıf sayısı tek haneden fazla sayı olan) birisini buldular diye sevinmek olmuştu. Türkiye'ye dönmeden önce Georgia Tech üniversitesinde tam profesör olan Altunbaşak, böyle bir görev için gerekli yetkinliğe sahip gözüküyordu. Öte yandan, Altunbaşak'ın seçilmesinde ağır basan faktörlerlerden birisi muhtemelen endüstri ve akademik alanların arasında gidip gelen deneyimleriydi. Burdan yola çıkarak, TÜBİTAK'ın ileride daha çok uygulamalı ve piyasa ya da kamu sektörüne yönelik işlere ağırlık vereceği sonucunu çıkarabilirdik. Son haberler bu öngörüleri doğrular nitelikte.

Önce, bir kaç hafta önce yapılan Bilim Teknik Yüksek Kurulu toplantısıyla ilgili haberler geldi. NTVMSNBS'nin haberine göre, toplantıda Başbakan elimizdeki yerli üretim füzelerin menzilinin düşük (150 km) olmasından yakınmış, ve TÜBİTAK'tan 2500 km menzilli füze yapmasını istemiş. Bu istek karşısında anladığımız kadarıyla sayın Altunbaşak bu hedefi hemen kabullenmiş. Milli bilim politikamız da böylece çizilmiş durumda: ilk hedefimiz 2500 km ötesi, ileri!

Ankara'dan 2500km neresidir diye merak edeniniz varsa diye. Lüksemburg'u uzun zamandir gözümüz tutmuyordu zaten; yeni füzemiz sayesinde ayağını denk aldığından emin olabiliriz.

Gelelim diğer habere: TÜBİTAK, geçtiğimiz cuma günü başkanla basın mensuplarını bir araya getirecek bir kahvaltı toplantısı düzenlemiş. Bence oldukça olumlu bir fikir; bilim medyada çok az yer buluyor, bulunca da  keşke bulmasaydı dedirtiyor. Ülkenin en önemli bilim kuruluşlarından birisinin başkanının medyayla bağlantılar kurması takdire şayan. Tabi olumlu görüşler sayın Altunbaşak'ın toplantıda söylediklerini duyana kadar devam ediyor. Çoğu kişi Darwin yorumuna takıldı, ama toplantının geri kalanında başka türlü konuşmuş olsa tek başına bu dedikleri o kadar batmazdı bana. Ne yazık ki öyle olmadı.

Sol.org'un haberine göre, TÜBİTAK'ın projeleri arasında, Acun Ilıcalı diye bir karakterin sunacağı, bilimadamlarına yönelik bir yetenek yarışması, raftan indirecekleri 300 "çok değerli" proje ve İngiltere'nin 5. zengin kişisinden (şu listeye göre Ernesto ve Kristi Bertarelli çifti) alacakları 20 100 milyon dolarla (20 milyon TÜBİTAK'ın koyacağı miktarmış) yapmayı planladıkları "bir şeyler" var. Kusura bakmayın ama bunlardan TÜBİTAK başkanının düzgün bir bilim politikası varmış izlenimi çıkmıyor. Ya da Altunbaşak topladığı gazetecileri sadece magazinle ilgilenecek insanlar olarak görüyor, bilemiyorum.

Basın mensupları ile kahvaltıdan bir görünüm (kaynak: TÜBİTAK)

Aslında TÜBİTAK'ın bilim politikasıyla ilgili bir çok resmi ve ciddi dökümanı var, web sayfasından ulaşabileceğiniz. Bir sürü yöneylem lingosu ve minimum editlenmiş rakam/grafiklere boğulmuş bu dökümanları okumak biraz eziyetli, ama benim bunlarla geçirdiğim saatlerden çıkardığım açık sonuç, TÜBİTAK'ın var gücüyle uygulamalı alanlara yöneliyor olması. Daha anlaşılır bir döküman isterseniz, mesela Yücel Altunbaşak'ın Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu'ndaki sunuşuna göz atın. Sunuşun neredeyse tamamı, AR-GE çalışmalarının özel sektörle nasıl daha iyi entegre edileceği üstüne. Öte yandan, uygulamalı bilimler içinde bile geçmişe yönelik bir bakış açısı var, gelişmiş ülkelerin 20-30 sene öncesinde yapıp bitirdiği şeylerle (uçak, füze) ilgilenme eğilimi. Örneğin 21. yüzyılın ortalarında iklim değişikliği büyük teknolojik ihtiyaçlar doğuracak ama bu konu hiç bir politika belgesinde zikredilmiyor.

Gelelim Darwin'e. Ne bekliyorduk bilmiyorum ama, yine de hayal kırıcı. Belli ki Altunbaşak tartışmalı konulara girmek istemiyor, hay hay, girmesin. Ama tartışmadan kaçınmanın 150 senelik bilim tarihini bir kalemde silip atmadan izlenebilecek yolları var. Deseydi ki, "Evrim olgusu ve bilimi, verilerle desteklenmiş, artık doğruluğu su götürmeyen şeyler. Bunları tartışmayalım. Ama evrim olgusunun dini inanç, Tanrı'nın varlığı yokluğu konusunda ne anlama geldiği konusunda bir çok görüş var, ben bunlar hakkında yorum yapmam. Vicdan özgürlüğü var, isteyen istediğine inanır, bize yanlışsın demek düşmez," desin. Biz de bunu yazmak zorunda kalmayalım.

Ancak TÜBİTAK başkanımız belli ki hem bilimin hem de onu üreten ulusun değerinin, yaptıkları füzelerin sayısı ve menziliyle ölçüldüğü görüşünde. Üzüntü verici.

İkinci Dünya Savaşı'nda Amerikalılar'ın milli beraberliği pekiştirip füze ve uçak üretimini artırmak amacıyla hazırladığı posterler. Yurtçapında kurulması planlanan bilim merkezlerinde bu tarz posterlere rastlayabileceğimizi öngörüyorum. Çift kafalı Nazi-Japon canavarı yerine mesela Darwin-Wallace kullanılabilir. (kaynak: Wikipedia)

7 Ocak 2012 Cumartesi

Türkiye'nin tehdit altındaki doğası

Müspet İlimler Kumpanyası'ndan herkese mutlu seneler. Yine uzun bir sessizlikten sonra karşınızdayız; sessizliğimizi önemli bir konu için bozuyoruz.

Geçtiğimiz Eylül ayında, hükümet TÜBA'nın niteliğini temelden değiştirecek kararları sonrasında, Science dergisinin editörü ve Amerikan Bilimler Akademisinin eski başkanı Bruce Alberts, bu kararın yanlışlığını vurgulayan bir başyazı kaleme almıştı. Bizde hükümetin gelişigüzel, tartışma yapılmaksızın ferman buyurması çok da az rastlanan bir durum değil, ama bu sefer bu kararın yanlışlığı uluslararası bilim toplumunun gündemine de girdi. Ancak hükümetin bu tarz kararlarından zarar gören sadece akademikler değil ülkemizde; Türkiye'nin bütün doğal varlığını ve yaşamı bu doğal varlıklara bağlı bütün vatandaşlarımız da son bir kaç senedir değiştirilen yasalar ve yönetmeliklerden büyük zarar görmekte.

O yüzden, Doç. Dr. Çağan Şekercioğlu'nun başını çektiği bir ekip olarak Science dergisinde yayınladığımız yazımızda (tam metne buradan ulaşabilirsiniz) bu sorunlara dikkat çektik. İlk amacımız, Türkiye'nin yüksek derecede çeşitlilik içeren doğasını kısa bir şekilde tanıttık, zira özellikle batıdaki araştırmacıların önemli bir kısmı Türkiye'nin evsahipliği yaptığı çeşitlilikten haberdar değil. Bir kaç ay önce, bu çeşitliliği tanıtan detaylı bir makalemiz Biological Conservation dergisinde çıkmıştı; umuyoruz bu eksikliğin giderilmesinde bir ilk adım olacak. (Bu makalenin tam metnine buradan ulaşabilirsiniz.)
Fırtına deresi
Ancak bu büyük çeşitlilik, özellikle son bir kaç senedir giderek artmakta olan yapılaşma ve enerji üretimi planları tarafından tehdit edilmekte. Hükümetin son senelerde aldığı bir dizi karar, Türkiye'de doğa koprumasının --zaten halihazırda da çok güçlü olmayan-- yasal ve pratik altyapısını büyük ölçüde erozyona uğrattı. Bu kararların bazıları şöyle:

-- Haziran 2010'dan beri, yaban hayatı koruma alanlarında madencilik yapılmasının öne açıldı
-- 2010 Ağustos'unda nehirler ve kıyı alanları sulak alanları koruma kapsamından çıkarıldı, böylece korunması gereken alanlarda baraj ve turistik tesis yapılmasının önü açıldı
-- Sivil toplumun katılımı minimize edilerek hazırlanan tabiatı ve biyoçeşitliliği koruma kanunu taslağında "koruma-kullanma dengesi", "sürdürülebilir kullanım", "ortak fayda" gibi kavramların yeniden tanımlanarak korunan alanlar yapılaşmaya daha açık hale getirildi.
-- Temmuz 2011'de, 475 bin hektarlık 2-B orman arazilerinin şu anda ev sahipliği yaptıkları önemli ekolojik toplulukları korumak yerine, satılıp yapılaşmaya açılmaları sağlandı.
-- Ağustos 2011'de 1923'den beri ilan edilmiş bütün Doğal SİT alanları (1261 adet), yeniden değerlendirilmeye alındı. Çoğu SİT alanının bu sürecin sonunda koruma statüsünü kaybedip yapılaşmaya ve baraj inşaatlarına açılacağı bekleniyor.

Hükümetin önceliklerinin bir göstergesi, eski Çevre ve Orman bakanlığının ikiye ayrılıp Çevre ve Şehircilik, ve Orman ve Su İşleri bakanlıklarının kurulması ve bunların başına sırasıyla eski TOKİ genel müdürü ve eski DSİ genel müdürünün getirilmesi. Belli ki doğa koruma bu iki bakanlıkta da geri planda kalacak.

Türkiye, Yale Üniversitesinin Çevre Performansı endeksinde yaşam alanı ve biyoçeşitlilik koruma kategorisinde 163 ülke arasında 140. sırada. Ülkemiz alanının sadece yüzde 1.2'si sıkı koruma altında (milli parklar gibi), ama zaten yetersiz olan bu alanlar bile artık tehdit altında. Aynı zamanda ülkemizin sera gazı salınımları giderek artan bir hızla yükseliyor. Bu eğilimlere karşı önlem almaktansa, hükümet ülkemizin zengin doğasını ve bu doğadan geçinen insanlarımızı hiçe sayıyor. Umuyoruz ki bu yazı, hükümetin zararlı politikalarının değiştirilmesi için hem yurtiçinde hem de dışında kamuoyu oluşturmaya yardımcı olacak.

(Konuyla ilgili, Işıl Öz'ün T24'deki haberini de okumanızı tavsiye ederim. Biological Conservation dergisindeki makalemiz, NY Times'ın çevre blogunda da yer buldu.

Son olarak, bu yazıdan sonra doğal zenginliğimiz konusunda ümitsizliğe kapıldıysanız, antidot olarak Çağan Şekercioğlu ve arkadaşlarının Doğu Anadolu'da yürüttüğü fevkadale projelere bir göz atın ve Kuzeydoğa derneğini destekleyin.)