5 Nisan 2010 Pazartesi

Biyogüvenlik yasası geçmiş, duydun mu?

Bunu asmakta yine biraz geciktim iş güçten dolayı, ama hakkında daha önceden yazdığım (görüşlerim burada da yayınlandı) biyogüvenlik yasa tasarısı TBMM'den 18 Mart günü geçti, akabinde de Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi. Duymadıysanız şaşırmayın, zira güzide basın yayın organlarımız daha ilginç meselelerle meşguldü çoğunlukla (mesela hangi general geceyi hangi cezaevinde tutuklu geçirecek?). Ben de yine Nature'da çıkan bir haber sayesinde öğrendim.

Konuyla ilgili Radikal gazetesinden bir başlık yakaladım sadece, o da yasa tasarısı görüşülürken eklenen bir maddeyle bebek gıdalarında GDO'ların yasaklanması ve bu konuda muhalefetle iktidar partisinin uzlaşmış olması üzerine. Tasarının getirdiği götüreceği şeylerle, hele de araştırmaya olası etkisi üzerine hiç bir bilgi ya da inceleme yok.

Velhasıl, yasa geçti -- bu aşamadan sonra ne yapılabilir diye düşünmek gerek. Edindiğim bilgilere göre üniversitelerde çalışan araştırmacı biyologlar kendi aralarında organize olmaktalar. Geç kalındı elbette ama bu organizasyonun bir şekilde başlaması iyi bir şey.

Öte yandan, birkaç adım geri atıp bakarsak, bu olayın gösterdiği şey, toplum olarak, gazetecisinden milletvekiline, bilim camiasından sokaktaki adamına kadar böyle bir konuyla uğraşmak için ne kadar donanımsız olduğumuz. Günümüzde toplum olarak geleceğimizi etkileyen bir çok konu, karmaşık bilimsel ve toplumsal temellere sahip; biyogüvenlik bu konulardan yalnızca birisi -- aynı şey iklim değişikliği, yenilenebilir enerji, doğa koruma, aşılanma gibi bir çok şey için de geçerli. Toplum olarak genel bir bilgisizliğimiz var (dünya'nın güneş etrafında döndüğünden bile çok emin değiliz), ancak daha da vahimi toplum olarak bu sorunların temelinde yatan bilgileri, dinamiklere karşı bir ilgisizlik içindeyiz. Beylik laflarla, çoğu zaman da sorumluluğu politik olarak karşı olduğumuz grupların üstüne atarak, suçlayarak, tartışmadan, tartışıyor gibi yapıyoruz.

Biyogüvenlik yasa tasarısı görüşülürken söz alan milletvekillerinin kendileri ve gruplarının adına yaptıkları açıklamalar buna örnek teşkil ediyorlar (tutanak burada). Bazıları yasa tasarısı hakkında tek bir kelime bile etmemiş, bazıları jenerik olarak "destekliyoruz" ya da "desteklemiyoruz" demiş, bazıları ise nereden buldukları belli olmayan eksik ve/veya yanlış bilgilerle (triptofan'ın zehirli bir ilaç olduğunu bilir miydiniz?) bir şeyler savunmaya çalışıyor. Elbette bir yasa tasarısının genel kurula gelmesi uzun bir sürecin sonucu, dolayısıyla bu tartışmanın orada başlamasını ya da TBMM Genel Kurulu'nda bu noktada derinlemesine bir inceleme yapılmasını beklemek yanlış olur. Bahsettiğim sorunun kaynağı değil, bir belirtisi. Esas sorun, süreçte o aşamaya gelene kadar hiç bir tartışma olmaması, gerekli araştırmalar raporlar hazırlanıp kamuoyuna sunulmaması, taslak üzerine uzmanlar tarafından görüş alış verişi yapılmaması...

Bütün bunların sonunda tam olarak ne yaptığımızı, niye yaptığımızı bilmeden kararlar veriyoruz. Bunun sadece cahillik ya da ilgisizlik sonucu olduğunu düşünecek kadar saf değilim elbet; bu durumdan kar edenler vardır mutlaka. Ama sonuçta doğru süreçte ısrar etmedikçe bu durumun önüne geçilmesi mümkün değil, ondan eminim.

Not: Resim, genetiği değiştirilerek hastalığa dirençli hale getirilmiş "C5" eriklerini gösteriyor. Scott Bauer'e ait. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder