5 Mart 2010 Cuma

Biyogüvenlik yasa tasarısının getirdikleri ve götürebilecekleri


Türkiye, Nature ya da Science gibi bilim dergilerinin haber ya da yorum sayfalarına çıktığı zaman, bu genelde iyi bir haberle olmuyor. O yüzden, geçtiğimiz hafta (25 Şubat 2010) Nature’da Türkiye’yle ilgili bir editoriyal yazı çıktığını duyunca ilk tepkim yılgınlık oldu. Ne yazık ki bu tepkimde haklı çıktım: yazı, TBMM’de kabul edilmeye doğru ilerlemekte olan biyogüvenlik yasa tasarısının, eğer kabul edilirse Türkiye’deki biyomedikal araştırmalara yapacağı etkiyi konu alıyor.

Biraz arkaplan bilgisi verelim önce: Türkiye 2000 yılında Cartagena’da imzalanan Uluslarası Biyogüvenlik Protokolüne taraf oldu. Buna göre Türkiye’nin ulusal bir biyogüvenlik yasası çıkarıp uygulamaya koyması gerekiyordu. Düzenlenecek en önemli hususlardan birisi genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO) üretimi, ithali ve kullanımı. Nature’ın bildirdiğine göre ilk taslak, bilimadamlarının da katkısıyla hazırlandığı için, ticari amaç için doğaya salınacak organizmalar ile kapalı alanda, yani laboratuarda, güvenlik önemleri altında araştırma için kullanılacak organizmalar arasında gerekli ayrımı yapıyormuş. Ancak aradan oldukça uzun bir süre geçip, iktidar da değişince, yasa tasarısı da değişmiş ve bugünkü halini almış.

Taslağın kendisini TBMM’nin web sayfasından indirip okumak mümkün (ya da buradan buyrun). Tasarının yaptığı en önemli şey, bağımsız bir biyogüvenlik kurulunun oluşturulması ve bu kurula GDO'la ilgili herşeyi denetleme, izin verme yetkisinin ve görevinin verilmesi. Tasarının 9. maddesi bu kurulun esaslarını düzenliyor. Kurulun 9 üyeden oluşması öngörülüyor, 4’ü Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, geri kalanı da diğer bakanlıkların atayacağı üyeler. Atandıktan sonra kurul üyelerinin 3 sene görev yapmaları öngörülüyor; aynı kişi en fazla iki dönem görev yapabilir deniyor. En az iki kurul üyesinin üniversite ve meslek örgütleri arasından seçilmesi öngörülmüş. Üyelerin en az üniversite derecesine sahip olmaları ve kurulun alanına giren konularda en az 5 senelik tecrübeye sahip olmaları gerekiyor.

Kurulun görevi, temel olarak Türkiye’de GDO ile yapılacak tüm işlemleri denetlemek. Yasa tasarısına göre Türkiye’de GDO üretmek, ithal etmek, araştırmalarda kullanmak isteyen herkes kurula başvurmak ve bu başvuruların sonuçlarını beklemek zorunda. Nature’a göre bu zorunluluk biyomedikal araştırmaları ağır bir bürokrasi yükü altına sokacak ve pratikte çok yavaşlatacak. Bana kalırsa bu haklı bir kaygı, özellikle yasa tasarısının kilit noktalarda belirsiz bir dille yazılmış olması ve bazı şeylerin ise yasa tasarısıyla düzenlenmiyor olması nedeniyle.

Örneğin, tasarının 3. Maddesi 4. fıkrası kurulun 90 gün içerisinde başvurunun kabul edilip edilmediğine karar vermesi öngörülüyor, ancak bir yandan da aynı maddenin 5. fıkrasında karar alma süresi 270 günü geçemez deniyor (ve bu süre 4. fıkradaki kararın bildirilmesinden itibaren başlıyor – karar bildirildikten sonra karar alma süresinin başlamasının bürokrasi evreninde bir anlamı var mıdır bilmiyorum ama bana çok mantıklı gelmiyor). Kurul’un kararlarını 11’er uzmandan oluşan risk değerlendirme ve sosyo-ekonomik değerlendirme komitelerinin raporlarına dayandırması öngörülüyor. Ancak bu kurumların nasıl oluşturulacağı ve karar mekanizmaları çok detaylandırılmamış.           

Bir de basitleştirilmiş bir başvuru sürecinden bahsediliyor – daha önceden yapılan başvurularda ve araştırmalarda riskin az olduğu belirlenmiş başvurulara daha basit (ve muhtemelen hızlı) bir süreç uygulanabilir deniyor, ancak bu sürecin tanımlanması yönetmeliğe bırakılmış, o yüzden ne olduğunu bu noktada bilmiyoruz.

Genel olarak yasa tasarısının GDO’larla ilgili işlemleri düzenleyen kısımları bilimsel araştırma için kontrollü ve kapalı bir ortamda yapılan deneyler düşünülerek yazılmamış, tam tersine bütün başvuruların çevresel ve sosyo-ekonomik etkisi varmış gibi düşünülmüş. Açıkçası kontrollü bir laboratuarda bir E. coli’ye floresans genlerinin aktarılması için bir sosyo-ekonomik etki değerlendirmesi gerektiğini düşünmüyorum. Kaldı ki, yasa tasarısı her değişik gen aktarımı için ayrı bir başvuru istiyormuş gibi duruyor, bu çok büyük ve gereksiz bir bürokratik yük. Dahası başvuru kabul edildikten sonra bile her başvuru için Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’na belirsiz bir zaman aralığında rapor hazırlanması gerekiyor, bu da araştırma grupları için fazladan gereksiz bir iş yükü. Basitleştirilmiş işlem fıkrasının öngördüğü yönetmelik bu bürokratik baskıyı bir nebze azaltabilir, ancak yasanın çalışma esasının bu kadar sıkı ve “mikroyönetimci”  olması gereksiz ve anlamsız.

Bütün bunlar bir yana, tasarının 5. maddesi, Türkiye’deki genetik, moleküler biyoloji ve biyoteknoloji araştırmalarını tamamen durdurabilecek nitelikte. Bu maddenin 1.a fıkrası, genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvanların üretimini topyekün yasaklıyor. Yani memelilerde X geninin işlevini anlamak için bir knock-out fare yapmak isterseniz, size gurbet yolu gözüktü, zira “yassah kardeşim!” Maddede araştırma için vs. gibi bir istisna gösterilmemiş, tamamen yasak. Sadece bakterilerin genetiğini değiştirebilirsiniz efendim. Ancak dikkat çeken bir nokta, Türkiye'de GD bitki ya da hayvan üretmek yasak ama ithal etmek (izin alabilirseniz) yasak değil. Dışarıdan gelen GDO’ların burada üretilenlere göre daha güvenli olacağı mı düşünülmüş acaba? Yakın zamana kadar büyük miktarlarda genetiği değiştirilmiş tarım ürünü ithal ettiğimize göre, bu ithalatçılar için iyi haber olsa gerek.

Genel olarak, yeterli donanıma sahip araştırma laboratuarlarında yapılan biyoteknoloji çalışmalarıyla, ticari olarak GDO’ların halka sunulması ya da çevreye salınması birbirinden çok farklı eylemler. Yasa tasarısının en büyük eksiği ikisini de aynı kurallara tabi tutması. Halka sunulan ya da çevreye salınan GDO'ların oldukça sıkı bir denetime ve raporlanmaya tabi tutulması halk sağlığını ve çevreyi korumak adına gayet mantıklı, ve itiraz edilecek bir şeyi yok. Ancak laboratuardaki araştırma faaliyetleri için durum farklı; zira burada deneyler genel olarak kontrollü ortamlarda yapılmakta. Bu kontrollü ortamların yeterince güvenli olduğunun denetlenmesi gerek elbette, ancak bunu her proje için ayrı ayrı yapmak hem gereksiz, hem de aslında etkisiz, zira bir araştırma tesisinin güvenlik önlemlerinin ve protokollerinin ayrı ayrı projelerle değil, bir bütün olarak ele alınması gerekiyor. Eldeki yasa tasarısı bu konuda herhangi bir düzenleme öngörmüyor (örneğin şu tip araştırmaları yapacak tesisler şu güvenlik öğelerine sahip olmalı gibi bir düzenleme getirmiyor). Dahası, araştırma eylemi doğası gereği esneklik isteyen bir eylem. Yani diyelim ki bir deneyiniz çalıştı, onu takip için başka bir deney yapmak istiyorsunuz, bunun için tekrardan bakanlığa başvurup, baştan karar alınmasını beklemek (basitleştirilmiş süreçte bile) araştırmalarınızın aksamasına yol açacak bir şey.

Kısacası, bu yasa tasarısı GDO ilgili herşeyi tek bir yaklaşımla düzenlemeyi hedefliyor, ancak bunu yaparken bir yandan Türkiye’deki biyomedikal araştırmaları pratikte bitirebilecek kadar büyük bir bürokrasi yükü yaratırken diğer yandan biyogüvenlikle ilgili yapılması gereken bir çok düzenlemeyi es geçiyor (özellikle tesislerin ve altyapının uygunluğunun düzenlenmesi ve denetlenmesi konusunda). Dahası, ismi biyogüvenlik yasa tasarısı olmasına rağmen tasarının tamamı yalnızca GDO’larla ilgili – yani genetiği değiştirilmemiş, ama yine de öldürücü ya da çevreye büyük zarar verme potansiyeline sahip organizmalarla ilgili bir düzenleme yok bu tasarıda. Bu hiç de iç rahatlatıcı bir durum değil açıkçası.

Son söz olarak sürece dair bir şey söylemek gerek. Bu yasa tasarısı 2000 senesinden beri hazırlanmakta olan bir tasarı. Bu süreçte, kamuoyunda biyogüvenlikle ilgili ihtiyaçlarımızın ve yapılabileceklerin tartışılması ve düzenlemelerin ekonomik, sosyal ve araştırma-geliştirme yönünden etkilerinin incelenmesi, düşünülmesi gerekirdi. Kamuoyunda bu olmadığı gibi (tasarının komisyondan geçmesi haber bile olmadı çoğu yerde, açıkçası Nature bu konuyu ele almasa benim de haberim olmayacaktı), konuyla en çok ilgili olan TÜBİTAK ve TÜBA bile büyük ölçüde sessiz kalmış benziyor. TÜBİTAK’ın web sayfasında “biyogüvenlik”, “genetiği değiştirilmiş organizma” ya da “GDO” anahtar kelimeleriyle yapılan bir aramada hiç sonuç çıkmıyor. TÜBA ise, Nature’ın yazısına göre bu konuda bir pozisyon belgesi hazırlamayı planlıyor ama daha sonuç yok. Sonuçta, geleceğimiz için büyük önem taşıyan bu konuda ne yaptığımızı tam bilmeden, tartışmadan, etkili olacağı şüpheli ama gelecek için bedeli büyük olabilecek kararlar alıyoruz.

(Yazının başındaki fotoğraf, Greenpeace'den, genetiği değiştirilmiş papaya ağaçlarını protesto eden bir eylemde çekilmiş)

3 yorum:

  1. Her gun yeni ve anlamsiz bir yasak, birilerinin anlamadigi islere kural koymasi, Turkiye sanki ileri degil geri gidiyor :-(

    YanıtlaSil
  2. http://sciencereligionnews.blogspot.com/2010/03/not-so-fast-on-turkish-science.html

    YanıtlaSil
  3. @emre haklisin, bu konuda ses cikarmak gerek -- bu haftaki Nature'da yine haber oldu bu mesele, anlasilan yasa gecmis Meclis'ten.

    YanıtlaSil