18 Mayıs 2010 Salı

Sağlık Bakanlığı etik kurulunda ilahiyatçı olur mu?

"Benim üstümde ilaç denemiyorlar, onun yerine ruhani danışman desteği sağlıyorlar"

Memleketteki ilginç bir tartışmayı kaçırmışız yine: Sağlık Bakanlığı, Mart ayında değiştirdiği "Klinik araştırmalar yönetmeliği"nde, bu araştırmaların hepsinin izin alması gereken etik kurullarına bir adet de ilahiyat mezunu üye atanmasını şart koşmuş. Tahmin edileceği üzere, bu olay basında biraz yankı bulmuş (ama çok da değil herhalde), özellikle "laik" kesim AKP hükümetini dini bilime karıştırmakla suçlamış. Ben konunun politikasına girmeyeceğim -- politik tartışmalar olayın din, bilim ve toplum kümelerinin kesişiminde kalan esasını perdeliyor, "çöp adam" (straw man) argümanları ortalıkta uçmaya başlıyor.

Konuya, başlıktaki soruya yanıt vererek başlayalım: kısaca evet, olabilir. Uzun cevabı, din adamlarının ya da daha da genel anlamıyla ilahiyatçıların tıpla ilgili etik kararlara girdi yapmasınında prensip olarak bir yanlışlık yok. Ancak bu "prensip olarak" yargısı, çok sınırlı bir yargı, bir şeyin prensipte olabileceğini söylemek, ne "olmak zorunda" anlamına gelir, ne de pratikte uygulamasını haklı çıkarır.

Bahsi geçen kurullar hakkında biraz bilgi verelim. Bu kurullar, yeni ilaç ve tedavilerin etkinliğini araştıran klinik araştırmaların etik kurallara uyup uymadığını denetlemekle yükümlü. Yani örneğin yeni bir ilacın tansiyonu düşürmede etkin olup olmadığını araştırmak istiyorsunuz; araştırmayı yapmak için bu kuruldan izin almanız gerekiyor. Kurul, en az 10, en fazla da 15 üyeden oluşuyor. Bu üyelerin içinde temsil edilmesi öngörülen alan ve uzmanlıklar şöyle (bu ilaç klinik araştırmaları etik danışma kurulu için -- kaynak burada):
- Biri çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı olmak üzere, tercihen İyi Klinik Uygulamaları kurallarına göre düzenlenmiş klinik araştırmalara araştırmacı olarak katılmış en az dört uzman hekim,
- Farmakoloji alanında doktora yapmış veya uzmanlığını almış, tıp doktoru, en az bir farmakolog,
- Bir tıbbi etik uzmanı veya deontolog,
- Bir halk sağlığı uzmanı,
- Bir eczacı,
- Hukuk fakültesi mezunu bir üye,
- Sağlık mesleği mensubu olmayan, sağlıkla ilgili bir kurum veya kuruluşta çalışmayan ve klinik araştırmalarla ilgisi bulunmayan ilahiyat fakültesi mezunu bir üye,
İlk olarak dikkatimi çeken, tıp ve ezcacılık mesleğinden kurula atanacak üyelerin hangi uzmanlık dalından olmaları gerektiği konusunda görece açık (ve kulağa mantıklı gelen) ifadeler varken, hukuk ve ilahiyat fakültesi mezunlarının hangi uzmanlık dalından olacağı hiç belirtilmemiş. (İlahiyat mezunu üyenin tıp mesleği dışından olması gerekmesi sanırım "tıbbın ilerlemesi" amacını topluma olası zararlar riskiyle dengelemek için, ancak tam da çözebilmiş değilim.) Yani tıp bilimiyle önceden hiç bir ilişkiniz olmasa bile, ilahiyat mezunu olmak sizi bu kurul için yetkin yapıyor, ancak doktorsanız, yetkin görülmeniz için bir klinik araştırmaya katılmanız tercih sebebi. Bu farazi bir kaygı da değil; bu kurullarda şu anda görev yapan dört ilahiyatçının arasında iki tefsir uzmanı, iki de islam ceza hukuku uzmanı var. Bu dört üyenin hiçbirisi, görebildiğimiz kadarıyla, tıbbi bir araştırmanın etik sonuçları, riskleri ve getirileri konusunda oturup düşünmüş, yazıp çizmiş değil. Dolayısıyla bu kurula bir şekilde dinle uğraşmaları dışında bir yetkinlik getirdikleri şüpheli.

Bu demek değil ki bir ilahiyatçı ya da din adamı tıbbi etikten anlayamaz, hasta haklarını koruyamaz. Ancak ilahiyatçıların özel olarak konuya getirdikleri bir şey var mı da illaki bir ilahiyatçı olacak diye sormak da yerinde. Örneğin, yukarıdaki listede en az bir tıbbi etik uzmanı ve bir hukukçu yer alması isteniyor; bu uzmanlık alanlarının bir etik kuruluna bir şeyler katacağı bariz bir şekilde ortada. Ama ilahiyatçıların bu kurula ne katacağını açıklayan düzgün bir argüman görmedim ben. Müzmin muhafazakar "apologist"imiz Mustafa Akyol birşeyler yazmış, ama dediği kaba bir "is-ought" ayrımından, yani bilimin bize ahlaki kurallar veremeyeceği argümanından öteye gitmiyor. Bu genel ilke hakkında ne düşünürseniz düşünün (katılan da var katılmayan da) mesele bu değil burada. Mesele, klinik bir araştırmanın olası risklerini değerlendirmede, bu risklere değecek fayda getirip getirmeyeceğini belirlemede ve hasta haklarının korunmasında ilahiyat mezunu olmanın getirdiği özel bir yetkinlik, bakış açısı olup olmadığı.

Mesele eskiden ilahiyatçıların bu kurulda görev yapamıyor olması da değil. Mevzuatın eski halinde bu son üyede sadece üniversite mezunu olmak şartı aranıyordu; yani bu üyeler ilahiyatçı da olabilirdi. Aslına bakarsanız, bu da çok iyi bir düzenleme değil, zira yine masaya konuyla ilgili bir uzmanlık ya da yetkinlik getirme şartı yok, ancak en azından içinden seçilecek kitleyi sebepsiz yere gelişigüzel şekilde kısıtlamıyor.

Bilim, din ve toplum kesişiminde tartışmamız gereken bir çok konu var. Ancak bu tartışmaların yapıcı olabilmesi için ilk başta amacın sorun çözmek ve doğrusu neyse onu yapmak olduğu konusunda uzlaşmamız gerek. Maalesef Türkiye'de bu ilkeyi kabul etmekten çok uzağız. Bunun gibi anlamsız, gerekçesiz ve sorumsuzca mevzuat değişiklikleri, tarafların birbirlerine zaten az olan güvenini daha da azaltıyor. Bu yüzden de tartışılması gerekenler tartışılmıyor, yapılması gerekenler yapılmıyor, yapılmaması gerekenler ise yapılıyor. O yüzden, siyasi görüşümüz, dini inancımız ve felsefi kabüllerimiz ne olursa olsun, özellikle de halk sağlığıyla ilgili böyle düzenlemelerin gerekçeleri ortaya konulup tartılarak yapılmasını talep etmemiz gerek.

5 yorum:

  1. Erol Bey,

    Konudan haberdar değildim, sayenizde öğrenmiş oldum. Güzel de bir yazı olmuş, ellerinize sağlık. Fakat hazır bu kadar güzel bir orta yapmışken son vuruşu yapıp topu filelerle buluşturmaktaki isteksizliğinizi anlayamadım. Belki de konunun özünden çok ülkemizin tartışma ve uzlaşma kültüründeki eksikliklerini vurgulamak istediğiniz içindir diye düşündüm.

    Sizin de belirttiğiniz üzere ilahiyatçıların tıp etiği anlamında söz konusu kurula katabilecekleri hiçbir katkı yoktur. Haklarını yemeyelim; etik kurul tarafından konunun uzmanları tarafından değerlendirimiş ve uygun olduğuna karar verilmiş bir çalışmaya katılması önerilen bir hasta, bu kararının dini inançlarına uygun olup olmadığını bir de uzman görüşü ile kontrol etmek için bir ilahiyatçıya gerek duyabilir. Aynı şekilde bir Hristiyan/Yahudi ilahiyatçısına, eşine/dostuna, yaşam koçuna da ihtiyaç duyabilir. Bu gibi bir durumda ilahiyatçılar hastamıza uzman görüşünü sunabilir. Fakat bu durum bir ilahiyatçının bu etik kurulun icraatlarına doğrudan karışmasına imkan vermez, sadece hasta özelinde bir rehberlik sağlar. Bu durum dışında ilahiyatçıların etik kurul ile ilgili konularda bir fonksiyon görebileceğini iddia etmek olanaksız. Ki iddia makamını( http://www.mustafaakyol.org/arsiv/2010/04/etik_kurulda_ilahiyatci_ve_bilimperestlerin_tepkisi.php ) dinlediğimizde de tü kaka "yaygın pozitivist ezber"e karşı çeşitli fallacyler sunulmasından başka bir şey görmüyoruz, mevcut durumu müdafaa edebilecek hiçbir argüman okuyamıyoruz. Bu koşullar altında ilahiyatçıların Sağlık Bakanlığı Etik Kurulu'nda görevlendirilmelerinin yanlış olduğunu rahatlıkla söyleyip gol sevincini yaşabiliriz diye düşünüyorum.

    Konu fallacylerden açılmışken de "etik kurula ilahiyatçılar gelsin de ortaçağa geri mi dönelim?" diyerek bir başka fallacy ile sözlerimi noktalamak istiyorum.

    YanıtlaSil
  2. Merhaba Scientificunamerican,

    Yorum için teşekkürler -- Türk futbolunun onemli sorunlarindan birisine parmak basmissiniz. Saka bir yana, ben yapmak istedigim argumanı yaptım yazıda. Dediklerinizin çoğuna da katılıyorum, bir tek son yargınızla çelişiyor olabilirim.

    Benim görüşüm kısaca şöyle:
    (i) Prensipte bir din adamı (ki din adamı ilahiyat mezunu olmak zorunda değil herhalde) böyle bir kurulda yer alabilir, eğer aşağıdaki şartları sağlıyorsa (bu konuda farklı düşünüyor olabiliriz sizinle)
    (ii) kişinin ilahiyatçılığından bağımsız olarak kurulda görev almasının ön koşulu hasta haklarını savunma ve tıp etiği konusunda masaya bir yetkinlik getirmesi olmalı.
    (iii) bu şartları aramadan kurulda illaki bir ilahiyatçı olmasını gerektiren düzenleme yanlış

    (0) Mustafa Akyol'un argümanı konusunda haklısınız -- tamamen hedef şaşırtmaca, bilinçli ya da bilinçsiz olarak.

    YanıtlaSil
  3. selamlar,

    benimde konuyla alakalı pek bir bilgim yoktu! neyse ki yazınız sayesinde biraz bilgi edinmiş oldum. yalnız farkında olmadan (ya da olarak) bu ülkede yapılanların ülkedekiler yani bizler üzerindeki etkisi ne zaman düşünüldü ki şimdi düşünülsün?!?

    ben pek yadırgamıyorum yani..

    YanıtlaSil
  4. Kumpanya neden yayınlarına bu kadar ara verdi? Yoksa yayınlarını durdurdu mu tamamen? Okuyucuları olarak bu soruları sormaya hakkımız olduğu fikrindeyim :)

    YanıtlaSil
  5. Sevgili canendergokce

    Ilginiz icin tesekkurler. Yayinlarimizi durdurmadik, sadece is-guc derken biraz ihmal etmisiz.

    Soz, toparlayacagiz :)

    YanıtlaSil