1 Mart 2009 Pazar

Lamarck, Mine Kırıkkanat, ve Mustafa Akyol


Türk gazetelerini okumayı akıl sağlığımızı korumak için sınırladığımızdan dolayı bunu kaçırmışız: Mine Kırıkkanat, Vatan Gazetesi'nde Darwin'in dehasını öven bir yazı yazmış. Yaygınca okunan bir köşe yazarımızın Darwin'i ve evrimi tanıtıcı bir yazı yazması elbette sevindirici. Ama neyi nasıl söylediğiniz de önemli. Ben şahsen yazının kavgacı tonunu sevmedim, ayrıca bir bilimsel teori olarak evrimin sürekli toplumsal ve politik bağlamlarda savunulması açıkçası beni rahatsız ediyor. Tüm bunlar yazarın kendi tercihi, benim eleştirim bir yere kadar anlamlı. Ama yazının sonuna doğru Kırıkkanat'ın bir sözü büyük hayal kırıklığı yaratıyor. Buyrun burdan yakın:

Örneğin, ‘biyoloji’ kavramının isim babası Fransız bilim insanı Jean Baptiste Lamarck (1744-1829), Darwin’den tam yarım yüzyıl önce yayınladığı başyapıtı “Zoolojik Felsefe”yle zaten canlı hücrelerin zaman ve çevreye göre değişime uğradığını çözmüş. Canlıların, tekrarlanan hareketle kazandığı fiziki becerinin, kuşaktan kuşağa aktarılarak “evrime” uğradığını zaten gözlemlemiş.

Lamarck, gerçekten de evrim tarihinde önemli bir yer işgal eder. Bunun sebebi, bütün canlıların zamanla değiştiği ve birbirlerinden türediği gözlemlerine dayanan ilk kapsamlı evrim kuramını geliştirmesi. Ancak, ne yazık ki Lamarck'ın öne sürdüğü evrim mekanizmaları neredeyse tamamen yanlış. Darwin'in (ve doğal seçilimin diğer babası Wallace'ın) büyük başarısı evrim fikrini ilk ortaya atmasında değil, doğru mekanizmayı akıl etmesinde. Yukarıdaki paragraftaki ilk cümle o yüzden yanlış değil, ama ikinci cümledeki "edinilmiş karakterlerin kalıtımı" gerçekten de çok uzun zaman önce bırakılmış bir görüş (ama sondaki notu okuyun) . Bu şekilde, doğruluğu kendinden menkul bir gerçekmiş gibi söyleniverilmesi biyologlara saç baş yolduracak cinsten açıkçası.

Bizim yerli "akıllı tasarımcı"mız Mustafa Akyol da sağolsun bu hatayı gözden kaçırmamış. Kırıkkanat'a cevaben yazdığı yazıda, bu hatadan yola çıkarak Kırıkkanat'ın aslında materyalist ve ateist (tabi Akyol'un lügatında bunlar eşittir laik) felsefeyi pazarlamak peşinde olduğu, bunu da yarım yamalak, savunduğu şeyi bile iyi okumadan yaptığını ileri sürüyor. Kırıkkanat'ın neyin peşinde olduğunu tahmin etmek bana düşmez (ama sonraki yazılarından birinde "Ruhun amacını keşfetmek" konulu bir semineri tavsiye etmesine bakılırsa materyalizmi savunduğunu sanmıyorum). Ancak Mustafa Akyol burada çuvaldıza girişmeden önce iğneyi kendinde denemeli, zira karşı tarafta görmeye tahammül edemediği aynı hataları kendisi de sürekli yapıyor. Bir yandan karşı tarafı bilimi ideolojiye alet etmekle suçlarken, öte yandan kendisi de bilimsel olan ya da olduğunu iddia ettiği (Akıllı Tasarım gibi) görüşleri kendi inançları, ideolojik ve metafiziksel bağlılıklarını savunmak, haklı çıkarmak için kullanmaktan geri kalmıyor.

Hadi bunlar bir köşe yazarında olacak şeyler, mesleği gereği bir politik görüş savunacak elbet diyelim. Ama Akyol'un hataları burda da kalmıyor: Akyol, Kırıkkanat'a Lamarckçı kalıtımı yazdığı için biyolojiden sıfır verdikten iki paragraf sonra kendisi Akıllı Tasarım (AT) görüşünü, sanki Darwinci evrim teorisine bir alternatif oluşturuyormuş gibi sunuyor. Halbuki AT, Lamarckçı kalıtımdan bile daha az geçerliliği olan, bilimsel bir hipotez olarak bile değeri olmayan bir görüş. Lamarckçı kalıtımı en azından test edip yanlışlayabilirsiniz (ki doğru olmadığını bu şekilde biliyoruz), ama AT şimdiye kadar "aman Tanrım, bu organizmalar çok karmaşık, hatta sanırım indirgenemez karmaşık, bu evrilmiş olamaz, kesin akıllı bir tasarımcı yaptı bunu," demekten öteye geçebilmiş değil. Dahası, ne zaman AT görüşünü savunanlar bir şeyin "indirgenemez karmaşık" olduğunu ileri sürdülerse, hep "akıllı" birileri çıkıp bunların nasıl evrilebileceğini açıklayan hipotezler geliştirmiş, bunların da hemen hepsi varolan ya da sonradan elde edilen verilerle doğrulanmış (gözün evrimi ve bakteri kamçıcıkları en çok bilinen örnekler). AT'nin bugüne kadar faydalı bir teori ya da veri ürettiğini görmüş, duymuş değilim. Bilen varsa da beri gelsin diyoruz.

Dolayısıyla, üzülerek söylemeliyim ki Akyol da biyoloji dersinden çakıyor. Seneye Kırıkkanat'la beraber tekrar etmekten zevk alacağını düşünüyorum.

(Not: Edinilmiş özelliklerin kalıtımı, ya da Lamarkçı kalıtım, orijinal haliyle yanlışlanmış olsa da, yakınlarda biyoloji sahnesine başka bir şekilde dönüş yaptı. Özellikle son 10-15 yılda hız kazanan bir araştırma dalı, epigenetik, Lamarckçı kalıtım mekanizmalarının imkansız olmadığını, hatta belli parametreler içinde oldukça yaygın olduğunu ortaya çıkardı. Epigenetik, "genin üstüne" demek kabaca, bu mekanizmalar da genelde genler dışında olan "bilgi transferi" mekanizmalarını kapsıyor. Örneğin bir hücre bölündüğü zaman, yavru hücrelere yalnızca genetik malzemeyi değil, aynı zamanda o anda hücrede bulunan diğer molekülleri de (örneğin proteinler) bırakıyor; o moleküllerin miktarları, derişimleri ve pozisyonları çevredeki etkenlere bağlı oldukları için, hücre bölünmesindeki toplam kalıtım, bir anlamda, "edinilmiş karakterleri" de içeriyor. Başka bir örnek, DNA'nın bazı noktalarına metil gruplarının eklenmesi ve çıkarılmasış bu eklemeler ve çıkarmalar genlerin anlatımını, yani DNA'dan protein yapılmasını etkiliyor, bu da yine canlılara kendi tecrübe ettikleri çevre hakkında bir miktar bilgiyi yavrularına aktarabilme olanağı sağlıyor. Dolayısıyla bütün kalıtım DNA ve genlerden ibaret değil. Ancak yine de bu tür epigenetik mekanizmalar, Lamarck'ın zamanındaki fikirlerden çok daha incelikli ve etkileri genlere dayalı bir kalıtım sisteminin bağlamında kendini gösteriyor. Dolayısıyla hiç bir sınırlama getirmeksizin edinilmiş karakterlerin kalıtımını kabul edilmiş bir gerçekmiş gibi söylemek affedilir bir hata değil biyoloji açısından.

Bu arada doğru kalıtım mekanizmasını bulamadı diye Lamarck'a çok da yüklenmemek gerek; Darwin de bu sorun konusunda çok ileri gidememişti. Kalıtımın ana hatlarını çözmek Mendel'e nasip oldu, detayları ise öğrenmeye hala devam ediyoruz.)

Lamarck'ın resmi, Wikipedia'dan aşırmadır.

2 yorum: