24 Mart 2009 Salı

17 Mart 2009 Salı

Akyol'lar Darwinizm'e karşı

(Bu yazıyı, Tübitak'taki Darwin skandalı patladığında yazmış, asmış, sonra da bazı düzeltmeler yapmak için çekmiştim; sonra da düzeltmeleri yapmadan bırakmışım. Kısmet bir sene sonrasınaymış. Bu arada Tübitak'daki vaka ile ilgili pek bir gelişme olmadığını da belirtelim -- olayla ilgili bir soruşturma, araştırma olmadı. Editör Çiğdem Atakuman önce görevine iade edildi, sonra daha tekrar görevden alındı sessizce. Bilim ve Teknik, Haziran sayısında Evrim kapağıyla çıktı...)

Bugünkü konuklarımız, baba-oğul Taha ve Mustafa Akyol'lar. Hemen belirteyim, bu iki beyefendiyi, bozuk plak gibi "DNA'nın şans eseri oluşması ihtimali trilyonda bilmemkaçtır"da takılmış yaratılışçı arkadaşlara her zaman tercih ederim. Keşke bütün yaratılış savunucuları onlar gibi olsa. Akyol'lar profesyonel yazar olmanın hakkını vererek, Türkçe'yi iyi kullanan, ve temelde ne dediği anlaşılan yazılar yazıyorlar. Darwin konusundaki tartışmalara hoşgörü mesajları ile başlamalarını da gerçekten takdir ediyorum. Ama yazılarının geri kalanında savundukları görüşlere katılmak mümkün değil.

Taha Akyol, Milliyet'teki köşesinde Darwin konusunu iki kere ele aldı: burada ve şurada. Birincisinde Darwin'in sansürlenmesine karşı olduğunu belirttikten sonra (yürekten bir bravo!) Darwin'in bilim değil metafizik olduğunu bombasını sakince odanın ortasına atıveriyor. Bomba diyorum, zira yüz elli senedir hayatlarını Darwin'in teorisini deneyler ve gözlemlerle test etmeye adamış binlerce bilimadamı bu haberi alınca, aralarından ölmüş olanları şüphesiz ki öte dünya'da Darwin'in yakasına yapışacak, ölmemişleri de zaten kalp krizi ve depresyondan kısa zamanda bunların arasında katılacaktır. Zira metafizik dediğiniz şey genelde rahat koltuklarında oturup piposunu tüttüren entellektüellerin aralarında dönen tartışmaların konusudur, metafizik yapmak için kalkıp tropik yağmur ormanlarında günlerce kuş ya da böcek peşinde koşmanız (Wallace), ya da Afrika'da HIV virüsünün insanlara nasıl geçtiğini araştırırken sıtmaya yakalanıp hayatınızı kaybetmeniz (W. D. Hamilton) gerekmez.

Bakın Taha Akyol bu önemli buluşunu nasıl kanıtlıyor:
Bilim felsefecisi Popper’e göre, Darwinizm “bilimsel” değildir, “metafizik”tir! Çünkü bilimsel metotlarla ‘sınamak’ imkânı yoktur; ne aritmetiğe başvurabilirsiniz ne de deney ve gözleme... Hatta Popper, Toplum Bilimlerinde Öndeyi ve Kehanet adlı ünlü akademik konferansında “Evrim yasası diye bir şey yoktur, yalnızca bitkilerin ve hayvanların değiştiğine, daha doğrusu, değişmiş olduğuna ilişkin tarihsel veriler vardır” diye vurgulamıştır.
Karl Popper "Darwinizm bilim değildir," demiş. Eh, Popper "bilim felsefesi" demek olduğuna göre (yanlışlanabilirlik prensibiyle anılır kendisi), demek ki hakkikatten Darwinizm bilim değilmiş.

Tabi burada üç sorun var:

Birincisi, Popper da bir insan, ve o da hata yapabilir. Her halikarda, kimin dediğinden bağımsız olarak, Darwinizm'in gözleme dayalı olarak sınanamadığının iddia edilmesi bir hata: doğal seçilim, Darwin kitabını bastığı anda zaten deneyler ve gözlemlerle iyi sınanmış bir teoriydi. 1839'dan 1859'a kadar geçen sürede Darwin şirket kurup yumurta satmadı -- fikirlerini test etmekle ve kanıt toplamakla meşguldü. son 150 senedir de sınama işi devam etmekte, ve Darwin'in dediklerinin bir kısmı yanlış çıksa da (mesela kalıtım teorisinin çöpü boylaması çok uzun sürmedi), ve doğal seçilim dışında başka evrimsel süreçlerin varlığını öğrenmiş olsak da (örneğin genetik sürüklenme), Darwin'in temelini attığı kuram sınamalardan başarıyla geçti. Daha başarıyla geçip geçmediği belli olmayan alanlar da var, örneğin eşeysel seçilim, o konularda da tartışma, model geliştirme ve sınama devam ediyor (nacizane yazarınız da bu işe bulaşmış durumda).

İkincisi, Taha Bey, Popper'ın "gençlik hali"ne dayandırıyor argümanını: 1978'da Popper'ın kendisi evrim teorisinin metafiziksel bir program olduğu yolundaki görüşlerinin hatalı olduğunu belirtti (Popper'in 1978'de yaptığı konuşmasının tam metnine şuradan (abonelik gerekebilir) erişebilirsiniz).

Üçüncüsü de, Popper'in neyin bilim olup neyin olmadığını söylediklerinin yanlışlanabilir olup olmadığına göre ayırma yöntemi bilim felsefecileri tarafından uzun zaman önce terkedilmiş durumda. Bunun temel sebeplerinden biri de, yanlışlanabilirlik ilkesinin ilk bakışta çok açık ve net gibi dururken gerçek dünyada uygulaması neredeyse imkansız, fazla katı bir ilke olması. Aslına bakarsanız felsefede "demarkasyon problemi" diye anılan bilim denen şeyin etrafının çizilmesi problemi, günümüzde üzerinde doğrudan çok çalışılan bir alan değil -- 1960'ların sonunda Lakatos ile Feyerabend'ın efsanevi tartışmalarından sonra bilim felsefesi kendini daha çok bilimin nasıl işlediğiyle ve elde edilen sonuçların diğer felsefe alanlarına etkisiyle meşgul etmiş.

Sonuç olarak, Taha Akyol'a evrimsel biyolojiyle ilgilenen herhangi bir hakemli bilimsel derginin bu ayki sayısını okumasını öneriyorum, o zaman evrim teorisinin nasıl hergün her dakika sınanmakta ve yenilenmekte olduğunu görecektir.

Bu dediklerime benzeyen bir şeyi, Celal Şengör de Akyol'a yazdığı mektupta belirtmiş. Zaten Taha Bey de bu mektuba gösterdiği tepkide ilk yazıda ileri sürdüğü test edilemez, sınanamaz görüşünden geri adım atıp, "sınanmıştır, şimdilik başarılıdır" cümlesindeki "şimdilik" kaydına vurgu yapmayı tercih ediyor gibi gözüküyor. 150 sene sonra "şimdilik" kaydına vurgu yapmak ya aşırı iyimserlik, ya da insafsızlık; kararı siz verin.

Mustafa Bey'in derdi ise farklı. O da Darwin'in sansürlenmesine karşı olduğunu belirttikten sonra (tekrar, yürekten bir bravo!), ortada başka türlü bir sansürün olduğunu iddia ediyor. Zira Tübitak Dawkins, Gould gibi ateist yazarların kitaplarını yayınlarken, Conway Morris gibi dini yorumlara daha yakın evrimcilerin kitaplarını yayınlamazmış. Efendim Conway Morris'in ismi Akyol'un yazılarında çok geçer oldu. Bunun da sebebi Conway Morris'in doğada bazı örüntüler olduğunu iddia etmesi, evrim yönsüz olmadığını, daha özelde de insanarın ortaya çıkmasının kaçınılmaz olduğunu savunması. Bu, Tanrı'nın planı gibi dini fikirlerle örtüşen bir görüş, zaten Conway Morris de inançlı bir bilimadamı.

Conway Morris'in argümanlarının detayını çok takip etmediğimi itiraf edeyim, ama görünen o ki yakınsayan evrime dayalı bir argüman. Yakınsayan evrim, farklı atalardan gelme iki soyda birbirine benzer özellikler evrilmesi. Buna örnek, yarasaların ve kuşların kanatları. Anatomik açıdan birbirinden farklı olan bu yapılar, birbirinden bağımsız olarak, ama aynı problemi çözmek için (uçuş) evrilmiş. Akyol'un verdiği örnek ise, ahtapot ile insan gözleri arasındaki benzerlik. Argüman şöyle devam ediyor: birbirinden bağımsız soylar benzer özellikleri geliştiriyorlarsa burada bir şablon olmalı.

Fakat bu argüman çok da güçlü değil, zira yakınsayan evrimi şablonsuz açıklamak da oldukça kolay. Bunun üç sebebi var. (1) Örneğin, ahtapotlar ve insanlar birbirinden evrimsel olarak oldukça uzak da olsalar, gelişim mekanizmalarının bir çoğu ortak. O yüzden tam olarak birbirinden bağımsız kabul edemeyiz bunları. Dolayısıyla doğal seçilimin üstüne etki ettiği malzeme tamamen farklı değil, aynı öğeleri içeriyor. (2) Yakınsayan evrim, canlılar aynı problemi çözmeleri gerektiği zaman ortaya çıkan bir şey. Bu da zaten kendi başına olabilecek özelliklere bazı kısıtlamalar getiriyor. Örneğin gözlerin çalışması için ışığı belli bir düzleme odaklaması, orada da ışığa duyarlı moleküller bulunması gerekiyor. Bunun için mesela gözün hacmini dolduran maddenin şeffaf olması zorunlu. Ya da kanatların iyi bir süzülme açısına sahip olması gerekiyor, bu da kanatları yassı ve geniş olması anlamında. Fizik kanunlarının empoze ettiği bu kısıtlamalara şablon demek isterseniz ne ala, ama o zaman ayakta durmak için altımızda katı bir yüzeyin olması gerekmesi de bir şablon. (3) Yakınsayan evrim ürünü olan özellikler hiçbir zaman birbirinin tıpa tıp kopyası değil. Yine yarasalar ile kuşların kanatlarını karşılaştırırsanız görürsünüz ki birisi el parmakları arasında gerilmiş bir deriden, diğeri kol boyunca dizilmiş tüylerden oluşur. Tabi bunun açıklaması çok kolay: memelilerin tüyleri olmadığı için uçmak için tüy evrilmesi yerine kemiklerin arasında bir deri gerilmesi daha olası. Bu bir şablonu izleyen bir "şef ahçı"dan ziyade evdeki malzemeyle çabucak ne yapılabiliyorsa onu yapmaya çalışan bir ev hanımını andırıyor.

Mustafa Akyol'un argümanının, yakınsayan evrimin neyi kanıtlayıp neyi kanıtlamadığından başka büyük problemleri de var. Öncelikle Akyol, Conway Morris'in görüşlerini tamamıyla yansıtmıyor: Conway Morris evrim kuramının hemen hepsini kabul ediyor, bazı yorumlarında problem görüyor. Daha özel olarak, Akyol'un yakın zamana kadar ateşli savunucusu olduğu Akıllı Tasarım görüşünün hem bilimsel olmadığını, hem de "kötü ilahiyatçılık örneği" olduğunu savunuyor (9. soruya verdiği yanıtı dinleyin). Dolayısıyla Akyol'un Conway Morris'i sanki Akıllı Tasarım görüşünü savunuyormuş gibi göstermesi düşünsel açıdan pek de dürüstçe değil.

Bilimsel konuların, evrimin gerçekliği ya da nasıl işlediği gibi, dini ve metafiziksel konulardan ayrılması gerektiği konusunda Mustafa Akyol'a katılıyorum. Ama Akyol, ateist dediği kesimden beklediği özeni kendisi göstermiyor; tam tersine metafiziksel görüşlerini beğendiği yazarların argümanlarını eksik halleriyle kendi pozisyonunu savunuyormuş gibi gösteriyor.

Dahası, Dawkins'in aynı zamanda ateist olması, onun evrim konusundaki fikirleri hakkında bir şey ifade etmez. Tübitak tarafından çevirilen kitaplarda da din hakkındaki görüşlerinden bahsetmiyor Dawkins. Akyol'un bahsettiği kitapların Dawkins ya da Gould ateist olduğu için Tübitak tarafından yayınlandığını düşündürecek bir ibare de yok (en azından Akyol bu konuda bir kanıt sunmuyor). Dawkins ve Gould bütün dünyada popüler evrimin en çok okunan yazarları. Gen Bencildir kitabı çıkalı neredeyse 35 sene oldu ve biyolojide en çok satan ve en etkili olmuş kitaplardan birisi. Gould için de durum böyle. Popüler bilim alanında yayın yapan herhangi bir yayınevinin bu kitapları çevirip yayınlaması kadar doğal bir şey olamaz. Öte yandan, Dawkins'in dini görüşlerini savunduğu kitabı Tübitak tarafından değil, özel bir yayınevi tarafından çevirildi (üstüne üstlük yayımcısı da dava edildi ve Dawkins'in sitesine erişim yasaklandı).

Conway Morris'in kitaplarının çevirilmesini ben de çok isterim, hatta onunla birlikte yine kendileri Hristiyan olan Ken Miller ve Joan Roughgarden'ın kitapları da çevrilsin. Ama evrim üzerine çevrilen kitapların iki elin parmaklarını zor geçtiği ülkemizde Dawkins'in evrim üzerine olan kitaplarının yayınlanmasını ateist sansürcülük olarak nitelemek, üstelik bunu aynı yazarın din üzerine olan kitapları ve web sayfası apaçık sansüre ve baskıya uğrarken yapmak, düpedüz insafsızlık.

Sonuç olarak, baba-oğul Akyol'ların Darwin konusunda hoşgörü çağrısına katılmamak elde değil. Öte yandan ihtiyacımız olan daha fazlası: bir yandan yazıp çizdiğimiz konular hakkında yeterli bilgi, diğer yandan da başkalarında eleştirdiklerimizi kendimiz de yapmamayı becerecek düşünsel dürüstlük.

15 Mart 2009 Pazar

Erkekler daha mı evrimci?


Bir süredir aklıma takılan bir konuda birşeyler yazayım dedim. Malum bizim evrimianlamak.org sitesinin Facebook'da bir "fan grubu" var (kaydolmadıysanız hala, olmanızı tavsiye ederim). Herhangi bir yere reklam vermememize rağmen (websitesi dışında) açıldığından beri üye sayısı üstel olarak artıyor (ikiye katlanma hızı sabit gözüküyor). Bu son Tübitak olaylarında üye kaydolma hızı da normalin çok üstüne çıktı, kalıcı olur mu bilmiyorum, ama olmasa da iyi bir gelişme.

Yalnız, geçenlerde Facebook'un grup için üye istatistiklerini gösterdiğini öğrendiğimden beri kafamı kurcalayan bir durum var: üyelerimizin çoğunluğu erkek. En son üye olma dalgası başlamadan önce 60:40 idi erkek:kadın oranı, şimdi daha da erkekler lehine kaymış durumda. İnsanın aklına gelen soru: erkeklerin evrimci olma olasılıkları daha mı yüksek?

Bu, bilim yaparken sıklıkla karşılaşılan bir durum: bir örüntü görürsünüz, burada üyelerin cinsiyet oranı, ve bunun sebebi için bir hipotez geliştirirsiniz. Hipoteziniz kulağa gayet mantıklı geliyor olabilir, ima ettiği sonuçlar ilginç olabilir, vs. ama bunların hiçbiri hipotezi doğru yapmaz. Buradaki problem, bu sadece bir gözlem olduğu için, gözlemlemediğimiz değişkenlerin etkisini bilemememiz. İdeal olan kontrollü bir deney yaparak gözlemlemediğimiz bir şey bırakmamak. Ama Facebook'da bunu yapmak zor (yaş, coğrafi konum, sosyoekonomik durum gibi başka açılardan benzer bir grup erkek ve kadına siteye üye olmak ister misiniz diye sormak gerek). Bu durumda yapabileceğimiz şey, bu örüntünün olası daha basit açıklamalarını düşünüp onları elemeye çalışmak. Eğer daha basit açıklamayı eleyemiyorsak, Ockham'ın usturasına dayanarak daha karmaşık açıklamalara gerek yok diyebiliriz. Bu istatiksel çıkarsamalrın dayandığı temel prensip: Elinizeki sistemde birşeylerin döndüğünden şüpheleniyorsanız, verilerinizi şüphelendiğiniz şeylerin dönmediği daha basit bir modelle karşılaştırırsınız. Eğer verileriniz bu basit modelden önemli bir farklılık gösteriyorsa birşeylerin döndüğü sonucuna varırsınız.

Benim de ilk aklıma gelen, "acaba Facebook'daki Türklerin kadın erkek oranı 1:1'den farklı olabilir mi," oldu. Bulabildiğim verilerin bu soruya verdiği yanıt: evet, profilinde cinsiyetini açıklayan Türk erkeklerin Facebook'daki oranı kadınlara göre çok daha fazla. 2007 Kasım'ındaki bir araştırmaya göre (metodlarından tam emin olmasam da), cinsiyetini açıklayanlar arasında (ki bunlar karşılaştırmamız gereken grup), 30:19'a yakın bir oran var. Dikkat ederseniz bu, bizim grupta gördüğümüz oranla hemen hemen aynı. İstatiksel test yapmadım, ama yapmaya da gerek yok. Bizim grubun cinsiyet oranının Facebook'daki Türkler arasındaki orandan farklı olmadığı bariz.

Dolayısıyla başlıktaki sorunun yanıtı: Hayır, elimizde bunu destekleyecek bir kanıt yok.

Tabii, bu beraberinde bazı sorular getiriyor: örneğin, neden Türkiye'de kadınlar cinsiyetlerini açıklamada erkeklerden daha çekingen? Cinsiyetini açıklamayanların çoğu kadın mı, erkek mi? Bu soruları bu yazının kapsamı dışında kalıyor...

Tübitak vs. evrim devam ediyor

Haber blogu olmadığımız için gelişmeleri dakikası dakikasına aktaramıyoruz. Yine de olan biteni bir not düşmekte fayda var. En son yazdığımdan beri Tübitak, temelde Zaman Gazetesi'ndeki haberi tekrarlayan bir basın açıklaması yapıp durumu Çiğdem Atakuman'ın dengesiz davranışı ve "yetki aşımı" ile açıklamaya çalıştı. Çiğdem Atakuman ise, ertesi gün yazılı basın açıklaması yaparak bunu yalanladı -- olayın gazetelere ilk yansıdığı haliyle geliştiğini tekrar iddia etti.

Benim olaydan anladığım Bilim ve Teknik hasbelkader bir Darwin sayısı yapacak iken (o da nasıl oldu bilinmez, zira BvT'in evrimi en son kapak konusu yapması tam 10 sene önce, 1999 Şubat'ı), o zamana kadar Bilim ve Teknik'e en az düzeyde ilgi göstermiş Prof. Dr. C., buna bir "Dur!" demeye karar veriyor, ve Prof. Dr'luk ve diğer bilimum makamlarından gelen güçlerini bir araya toplayarak "Thou shall not pass!" diyor Darwin iblisine.

Tamam, biraz abarttım. Demeye çalıştığım, Tübitak'ın hikayesinin inanılabilirliği çok düşük. Atakuman'ın dedikleri ise olup bittiğini bildiğimiz diğer şeylere (Nisan ayında BvT ekibindeki toplu istifalar, yayın kurulunun boş kalması, yayın kurulundan bu olay sonrasında gelen istifa) uyumlu bir tablo çiziyor.

Her halikarda bu olayın iç yüzü, ilgili kişilerin konuyla ilgili emailleri ve diğer yazışmaları kamuya açılmadıkça belli olmayacak. Tübitak doğruyu söylüyorsa ve temize çıkmak istiyorsa bunları açıklamalı. Açıklayamıyorlarsa Cebeci istifa etmeli ya da görevden alınmalı. O da olmuyorsa bütün yönetimin görevden alınması gerek.

(Bununla ilgili bir hikaye: ABD'de devlet memurlarının yaptıkları işlerle ilgili yazışmaları çok sıkı kayıt altında ve haberama hakkı yasaları sayesinde gazeteciler ve sivil toplum örgütleri -aksini gerektirecek bir şey yoksa- bunlara ulaşabiliyorlar. Bu kayıtlara devlet memurlarının iş adresinden attıkları emailler de dahil. Tabi, en önemli devlet memuru da Başkan, ve başkanın yazışmalarının arşivlenmesini düzenleyen ayrı bir yasa var. Bu yasanın getirdiği kısıtlamalar yüzünden şimdiye kadarki başkanlar göreve başladıktan sonra e-mail kullanmayı bırakıyorlardı. Obama, ofisteyken email kullanacak olan ilk ABD başkanı, ve o bile resmi emaillerini arşivlemek zorunda. O yüzden Tübitak'tan konuyla ilgili emaillerin açıklanmasını istemek hiç de aşırı bir istek değil. Bu insanlar bizim vergilerimizle çalıştıkları için, bize hesap verebiliyor olmaları gerek.)

Biyolokum'un yazısına da bakınız.

11 Mart 2009 Çarşamba

Doğru söz ve peri masalları...

Tübitak'ta yaşanan rezalet hakkında yazan çizen çok oldu, ama Tarhan Erdem'in bugünkü yazısı benim okuduklarım arasında hedefi 12'den vuran tek yazi. Ne eksik ne de fazla söylemiş.

Bunu yazarken merak ettim, bizim muhafazakar basın ne demiş bu konuda diye diye. Etmez olaydım. Buyrun buradan yakın. Zaman Gazetesi'nin hikayesine göre bu iş, Cumartesi gecesi kendi başına kapağı değiştirmeye karar veren, nasıl bulduysa bir yerlerden 15 sayfalık içerik bulan, ama Pazartesi günü bu kararından kendi rızasıyla 180 derece dönen Çiğdem Atakuman'ın suçu. Hatta sayın hocamız Prof. Dr. C., yetişmeyeceğini düşünerek, kalsın böyle bile demiş, ama Atakuman ısrar etmiş. Yalnız Çiğdem Hanım'ın neden böyle bir tutarsızlık yaptığı konusunda herhangi bir spekülasyon yapılmamış, belki de kadın olduğu için böyle şeyleri olağan karşılamamızı bekliyorlar.

Bu haberin güvenilirliğini merak ediyorsanız, hemen başında ortaya atılan şu iddiaya bir bakın:
"TÜBİTAK'ın aylık popüler bilim dergisi Bilim ve Teknik'in 42 yıllık yayın hayatında Darwin ve evrimle ilgili çok sayıda dosya yayınlamasına rağmen hiç kapak yapmadığı ortaya çıktı."
Sonra da şu bağlantıya gidip 1999 yılı sayılarını bulun, Şubat 1999 sayısının kapağını ve içeriğini okuyun.

10 Mart 2009 Salı

"Hamdolsun Darwin bizi teğet geçmiş..."

Sağır sultan duydu: Tübitak'ın binlerce (yüksekten attığımı sanmıyorum) çocuğun kafasını çelip de anası babasına rağmen fizik, biyoloji okumasını sağlayan popüler bilim dergisi Bilim ve Teknik, resmi olarak sahibinin sesi dergisi haline dönüştü. Darwin yılı nedeniyle nazlanarak da olsa çıkarılacak olan evrim konulu Mart sayısı, Prof. Dr. Ömer Cebeci'nin emriyle durdurulmuş, sayıyı hazırlama gafletinde bulunan genel yayın yönetmeni görevden alınmış, Prof. Dr. C. de "Ben kapakta Darwin göremiyorum" diyerek Türk milletine verdiği bu üstün hizmetten duyduğu gururu(!) ifade etmiş.

Olayın iç dinamikleri hakkında pek bir şey bilmiyoruz. Ama bilmemize de gerek yok, zira olayın elle tutulacak bir yanı yok. Basın özgürlüğüne müdaheleden tutun, bilimsel gerçeklere zerre kadar saygı gösterilmemesi, ve bilimsel bir kurumda bir bireyin kafasına göre (hem de sıfır yetkinliği olan bir konuda) karar verebilmesine kadar yanlışlar üstüste. Bu rezaleti temizlemenin tek yolu derginin Nisan sayısında bir açıklama ve özür metni yayınlanması, Mart sayısından çıkarılan evrimle ilgili içeriğin yine sansürlenen kapakla yayınlanması ve belki de en önemlisi Prof. Dr. C'nin istifa etmesi ya da görevden alınması

Halinden memnun bir Prof. Dr. Cebeci

Sonuncusu en önemli diyorum, zira yanlışların sonuçları olmalı. Bilim tarihinin gelmiş geçmiş en başarılı kuramını ve onun kurucusunu bir popüler bilim yayınında sansürlemeye çalışmak da bir bilim yöneticisinin yapabileceği en vahim yanlışlardan biri. Bunu Prof. Dr. C'ye sinir olduğum ya da kötülüğünü istediğim için yazmıyorum. Bu olay, herhangi bir Prof. Dr.'un egosundan, politik pozisyonundan, kafasının içinde olup bitenden çok daha büyük bir olay. Türk biliminin ve bilim insanlarının güvenilirlikleri, akranları tarafından ciddiye alınmaları ve en önemlisi, kendilerine saygılarıyla ilgili bir şey. Düşünün Nüket Yetiş'siniz: başkan yardımcınız Darwin'i sansürlemeye kalkıyor ve hiç bir şey olmamış gibi konumunu koruyor, üstüne üstlük bir de pişkin demeçler veriyor. Yarın yurtdışına gittiğinizde "Biz aynen NSF* gibiyiz, onlar kadar objektif ve verimli çalışıyoruz" dediğinizde gülerler size. NSF Darwin'i sansürlemeye çalışmıyor, tam tersine Darwin'in kurucusu olduğu bilim dalının en büyük destekçilerinden birisi. Avrupa'daki akranlarınız da size sorarlar: neden Darwin'in yayınlanmasını engellediniz? Neden bunu yapan insanı hala yardımcınız olarak yanınızda dolaştırıyorsunuz? O noktada Nature gibi dergilere mektuplar yazıp "bizim bilimsel proje değerlendirme sistemimiz tamamen objektif" demenize kimse inanmaz artık.

Prof. Dr. C'nin istifasını ya da görevden alınmasını gerçekten bekliyor muyum? 70 makaleyi aşırdığı ortaya çıktıktan sonra bile dekanlık koltuğundan ayrılmayanların olduğu bir ülkede bu biraz iyimserlik olurdu. Ama doğru olanı söylemek, gerçekleşmesini sağlamak için atılması gereken ilk adım.

Politik hayvan ve Biyolokum'un yazılarını da okumanızı öneriyorum.

(Başlık ntvmsnbc.com'dan bir okuyucu yorumu.)

*NSF: National Science Foundation -- ABD'de temel bilim alanındaki araştırmaları destekleyen en büyük devlet kurumu.

1 Mart 2009 Pazar

Lamarck, Mine Kırıkkanat, ve Mustafa Akyol


Türk gazetelerini okumayı akıl sağlığımızı korumak için sınırladığımızdan dolayı bunu kaçırmışız: Mine Kırıkkanat, Vatan Gazetesi'nde Darwin'in dehasını öven bir yazı yazmış. Yaygınca okunan bir köşe yazarımızın Darwin'i ve evrimi tanıtıcı bir yazı yazması elbette sevindirici. Ama neyi nasıl söylediğiniz de önemli. Ben şahsen yazının kavgacı tonunu sevmedim, ayrıca bir bilimsel teori olarak evrimin sürekli toplumsal ve politik bağlamlarda savunulması açıkçası beni rahatsız ediyor. Tüm bunlar yazarın kendi tercihi, benim eleştirim bir yere kadar anlamlı. Ama yazının sonuna doğru Kırıkkanat'ın bir sözü büyük hayal kırıklığı yaratıyor. Buyrun burdan yakın:

Örneğin, ‘biyoloji’ kavramının isim babası Fransız bilim insanı Jean Baptiste Lamarck (1744-1829), Darwin’den tam yarım yüzyıl önce yayınladığı başyapıtı “Zoolojik Felsefe”yle zaten canlı hücrelerin zaman ve çevreye göre değişime uğradığını çözmüş. Canlıların, tekrarlanan hareketle kazandığı fiziki becerinin, kuşaktan kuşağa aktarılarak “evrime” uğradığını zaten gözlemlemiş.

Lamarck, gerçekten de evrim tarihinde önemli bir yer işgal eder. Bunun sebebi, bütün canlıların zamanla değiştiği ve birbirlerinden türediği gözlemlerine dayanan ilk kapsamlı evrim kuramını geliştirmesi. Ancak, ne yazık ki Lamarck'ın öne sürdüğü evrim mekanizmaları neredeyse tamamen yanlış. Darwin'in (ve doğal seçilimin diğer babası Wallace'ın) büyük başarısı evrim fikrini ilk ortaya atmasında değil, doğru mekanizmayı akıl etmesinde. Yukarıdaki paragraftaki ilk cümle o yüzden yanlış değil, ama ikinci cümledeki "edinilmiş karakterlerin kalıtımı" gerçekten de çok uzun zaman önce bırakılmış bir görüş (ama sondaki notu okuyun) . Bu şekilde, doğruluğu kendinden menkul bir gerçekmiş gibi söyleniverilmesi biyologlara saç baş yolduracak cinsten açıkçası.

Bizim yerli "akıllı tasarımcı"mız Mustafa Akyol da sağolsun bu hatayı gözden kaçırmamış. Kırıkkanat'a cevaben yazdığı yazıda, bu hatadan yola çıkarak Kırıkkanat'ın aslında materyalist ve ateist (tabi Akyol'un lügatında bunlar eşittir laik) felsefeyi pazarlamak peşinde olduğu, bunu da yarım yamalak, savunduğu şeyi bile iyi okumadan yaptığını ileri sürüyor. Kırıkkanat'ın neyin peşinde olduğunu tahmin etmek bana düşmez (ama sonraki yazılarından birinde "Ruhun amacını keşfetmek" konulu bir semineri tavsiye etmesine bakılırsa materyalizmi savunduğunu sanmıyorum). Ancak Mustafa Akyol burada çuvaldıza girişmeden önce iğneyi kendinde denemeli, zira karşı tarafta görmeye tahammül edemediği aynı hataları kendisi de sürekli yapıyor. Bir yandan karşı tarafı bilimi ideolojiye alet etmekle suçlarken, öte yandan kendisi de bilimsel olan ya da olduğunu iddia ettiği (Akıllı Tasarım gibi) görüşleri kendi inançları, ideolojik ve metafiziksel bağlılıklarını savunmak, haklı çıkarmak için kullanmaktan geri kalmıyor.

Hadi bunlar bir köşe yazarında olacak şeyler, mesleği gereği bir politik görüş savunacak elbet diyelim. Ama Akyol'un hataları burda da kalmıyor: Akyol, Kırıkkanat'a Lamarckçı kalıtımı yazdığı için biyolojiden sıfır verdikten iki paragraf sonra kendisi Akıllı Tasarım (AT) görüşünü, sanki Darwinci evrim teorisine bir alternatif oluşturuyormuş gibi sunuyor. Halbuki AT, Lamarckçı kalıtımdan bile daha az geçerliliği olan, bilimsel bir hipotez olarak bile değeri olmayan bir görüş. Lamarckçı kalıtımı en azından test edip yanlışlayabilirsiniz (ki doğru olmadığını bu şekilde biliyoruz), ama AT şimdiye kadar "aman Tanrım, bu organizmalar çok karmaşık, hatta sanırım indirgenemez karmaşık, bu evrilmiş olamaz, kesin akıllı bir tasarımcı yaptı bunu," demekten öteye geçebilmiş değil. Dahası, ne zaman AT görüşünü savunanlar bir şeyin "indirgenemez karmaşık" olduğunu ileri sürdülerse, hep "akıllı" birileri çıkıp bunların nasıl evrilebileceğini açıklayan hipotezler geliştirmiş, bunların da hemen hepsi varolan ya da sonradan elde edilen verilerle doğrulanmış (gözün evrimi ve bakteri kamçıcıkları en çok bilinen örnekler). AT'nin bugüne kadar faydalı bir teori ya da veri ürettiğini görmüş, duymuş değilim. Bilen varsa da beri gelsin diyoruz.

Dolayısıyla, üzülerek söylemeliyim ki Akyol da biyoloji dersinden çakıyor. Seneye Kırıkkanat'la beraber tekrar etmekten zevk alacağını düşünüyorum.

(Not: Edinilmiş özelliklerin kalıtımı, ya da Lamarkçı kalıtım, orijinal haliyle yanlışlanmış olsa da, yakınlarda biyoloji sahnesine başka bir şekilde dönüş yaptı. Özellikle son 10-15 yılda hız kazanan bir araştırma dalı, epigenetik, Lamarckçı kalıtım mekanizmalarının imkansız olmadığını, hatta belli parametreler içinde oldukça yaygın olduğunu ortaya çıkardı. Epigenetik, "genin üstüne" demek kabaca, bu mekanizmalar da genelde genler dışında olan "bilgi transferi" mekanizmalarını kapsıyor. Örneğin bir hücre bölündüğü zaman, yavru hücrelere yalnızca genetik malzemeyi değil, aynı zamanda o anda hücrede bulunan diğer molekülleri de (örneğin proteinler) bırakıyor; o moleküllerin miktarları, derişimleri ve pozisyonları çevredeki etkenlere bağlı oldukları için, hücre bölünmesindeki toplam kalıtım, bir anlamda, "edinilmiş karakterleri" de içeriyor. Başka bir örnek, DNA'nın bazı noktalarına metil gruplarının eklenmesi ve çıkarılmasış bu eklemeler ve çıkarmalar genlerin anlatımını, yani DNA'dan protein yapılmasını etkiliyor, bu da yine canlılara kendi tecrübe ettikleri çevre hakkında bir miktar bilgiyi yavrularına aktarabilme olanağı sağlıyor. Dolayısıyla bütün kalıtım DNA ve genlerden ibaret değil. Ancak yine de bu tür epigenetik mekanizmalar, Lamarck'ın zamanındaki fikirlerden çok daha incelikli ve etkileri genlere dayalı bir kalıtım sisteminin bağlamında kendini gösteriyor. Dolayısıyla hiç bir sınırlama getirmeksizin edinilmiş karakterlerin kalıtımını kabul edilmiş bir gerçekmiş gibi söylemek affedilir bir hata değil biyoloji açısından.

Bu arada doğru kalıtım mekanizmasını bulamadı diye Lamarck'a çok da yüklenmemek gerek; Darwin de bu sorun konusunda çok ileri gidememişti. Kalıtımın ana hatlarını çözmek Mendel'e nasip oldu, detayları ise öğrenmeye hala devam ediyoruz.)

Lamarck'ın resmi, Wikipedia'dan aşırmadır.